13 Aralık 2016 Salı

Wigan İskelesi Yolu/George Orwell


Bir insan ölür ve gömülür, tüm sözleri ve eylemleri unutulur; ama yedikleri, çocuklarının sağlıklı ya da çürük kemiklerinde yaşamayı sürdürür. Beslenmedeki değişimlerin, hanedan ya da din değişikliklerinden daha önemli olduğunun makul bir biçimde öne sürülebileceğini düşünüyorum.

George Orwell'in hatıra/deneme/belgesel türünde yazdığı bu diğer eserlerinden farklı kitap,çok açık bir biçimde iki ayrı bölümden oluşuyor. İlk bölümde İngiltere'nin kuzey kesimine gazeteci olarak giden Orwell'in maden işçilerinin hayatlarına yönelik çok detaylı gözlemlerinin yer aldığı belgeselimsi anlatım yer alırken, ikinci bölümde Orwell'in sosyalizm üzerine deneme türünde yazımı bulunuyor. İlk bölümü oldukça ilgi çekici bulduğumu ve ikinci bölümde yazımın takibinde biraz zorlandığımı itiraf etmeliyim.

İngiltere'nin Sheffield ve Wigan şehirlerinde iki ay kalıp, işçilerin evlerinde konaklayıp, maden sahalarına inerek ve birçok kişiyle sohbet ederek yazdığı birinci bölüm bize işçi sınıfının 20.yy başları İngiltere'sindeki fakirliğini, açlığını, çaresizliğini, evlerinin ve gıdalarının yetersizliğini, kalabalık aile yaşamlarını, hatta kokuları tüm çıplaklığıyla gözlerimizin önüne seriyor. Kitapta sosyal adaletsizlik, yaşam kalitesinin yerle bir olduğu konutlar, dayanılmaz ev sahipleri, kir, madenlerdeki zor çalışma koşulları, maaşların yetersizliği, işçilerin sosyolojik, psikolojik hatta fizyolojik yapıları Orwell'in üstün gözlem ve yazım kabiliyeti ile anlatılıyor. Okurken aklıma çokça Soma'nın gelmesi de sadece benim hissettiğim duygular değil elbette.

Paris ve Londra'da Beş Parasız eserinde kitabı yazarken gerçekçilikten bir adım uzaklaşmamak, masalsı anlatımla okuyucuyu aldatmamak için berduşlarla ve dilencilerle zaman geçiren Orwell bu sefer de işçilerle beraber yaşayarak gerçekçiliği o kadar ön planda tutuyor ki koku sorunsalını bile hiç bir perde kullanmadan okuyucuya aktarıp size hayata farklı pencerelerden bakmanız için bir perspektif sunuyor. İyi okumalar ve başka başka hayatlara başka başka bakışlar diliyorum...

Hatırlamalı;

Elinden geleni ardına koymamasına rağmen, insanoğlu hala pisliğini her yere ulaştırmayı başaramadı. Yeryüzü o kadar engin ve hala o kadar boş ki, uygarlığın pis kalbinde bile otların gri yerine yeşil olduğu çayırlar bulabilirsiniz; ararsanız belki içinde somon konserveleri yerine canlı balıklar olan akarsular bile bulabilirsiniz.

İşsiz, yani yetersiz beslenmeden mustarip, yılmış, sıkılmış ve sefil haldeyseniz, yavan sağlıklı yiyecekler yemek istemezsiniz. Biraz lezzetli bir şey istersiniz.

Uzun vadede, konservenin makineli tüfekten daha ölümcül bir silah olduğunu keşfedebiliriz.

Özellikle de kış akşamları şöminede ateş yanar ve yansıması çelik paravanın üzerinde raks ederken, baba kısa kollu gömleğiyle, ateşin bir yanında at yarışı sonuçlarını okur, anne ateşin diğer yanında oturmuş dikiş diker, çocuklar bir penilik nane şekeri ile mutluyken ve köpek çula uzanmış tembelce ısınırken, işçi evinde olmak güzeldir, evin sadece içinde değil, aynı zamanda yeterince bir parçası da olacağınız kesindir.

Üçüncü ya da dördüncü dercede bir morondan daha zeki bir insan için, yaşam büyük ölçüde bir çaba olarak yaşanmalıdır. Zira insan, kaba bir hedonistin varsaydığının aksine, yürüyen bir mideden ibaret değildir, eli, gözü ve beyni de vardır. Eğer ellerinizi kullanmayı bırakırsanız, bilincinizin de bir bölümünü kesip atmış olursunuz. 

8 Aralık 2016 Perşembe

Açlık/Knut Hamsun


Norveçli yazar Knut Hamsun tarafından 1890 yılında yazılan Behçet Necatigil'in müthiş çevirisiyle sunulan "Açlık" eseri var bugün bloğumda. Eseri, "Paris ve Londrada Beş Parasız" adlı Orwell eserini okuyup açlığı iliklerime kadar hissettikten sonra alıp okudum. Farklı boyutlarda yazılan iki kitapta da açlığın fizyolojik psikolojik sosyolojik etkilerini çok derinden hissediyorsunuz. Açlık eserini okurken, ana karakterin açlığını, gururu, ahlakı, vicdanı ve dürüstlüğünden dolayı doyuramaması ve gözyaşlarını akıtması kimi zaman beni sinirlendirip sabırsızlandırırken kimi zaman da hüngür hüngür ağlattı. Keşke oralarda olsam da birşeyler verebilsem, bir çorba ekmek ısmarlayabilsem dedirtecek kadar Hamsun kaleminin gücünü ve canlılığını hissettim.

"Bilinç Akışı" tekniği ile yazılan romanda ana karakterin aklından geçen her türlü düşünce bir sıraya konulmadan olduğu gibi aktarılıyor, ülkemizde de bu tekniği en çok kullanan yazar olarak Oğuz Atay ismi geçiyor. Tekniğin zaman zaman okumayı ve takip etmeyi zorlaştırdığı söylense de Behçet Necatigil çevirisiyle bu sorun kolayca aşılıyor. Hatta ben biraz Sabahattin Ali okuyormuş hissine kapıldığımı itiraf etmeliyim yazımın naifliği, sadeliği ve sessizliği karşısında. Bir çok kişi de Suç ve Ceza'daki Raskolnikov karakterine benzetmiş ana karakteri. 

Nobel ödüllü yazar Knut Hamsun'un Göçebe isimli diğer eseriyle devam edip Hamsun'un usta kalemini daha fazla okumak istiyor, sizlere iyi okumalar diliyorum....

Hatırlamalı;

Hayallerime sokulan, kuvvetlerimi darmadağın eden ufak tefek, anlamsız rastlantıların, sefil ayrıntıların baskısına uğramaksızın, bir başıma, ne bir park kanepesinde oturabiliyor, ne de bir tarafa gidebiliyordum.

Sonbahar fanilik karnavalı ortasındaki mevsim. Güllerin kızartısı artık hastalıklıdır, kansız toprağın üstünde harikulade ve aldatıcı pembelik.

Gitgide yüreğim yufkalaştı, yorgun, dermansız ağlamaya başladım. Sessiz sakin için için bir ağlayıştı bu; gözyaşı akıtmadan, gönülden bir hıçkırış.

...dilsiz ve bitkindi benim kahkaham, ağlamak özlemini taşıyordu. 

...öyleleri vardık ki, ufak tefek şeyler onları yaşatır da sert bir söz onları öldürür. ben öyleyim işte.'


Günün Kelimesi: Fırsat