28 Kasım 2017 Salı

Gabriel Garcia Marquez ve Yaşlılık

Psikoloji, sosyoloji, felsefe, tıp, iktisat gibi birçok alanda incelenmiş ve incelenmekte olan bir olgu olan "yaşlılık” sözlük anlamı olarak yaşlı olma, artmış yaşın etkilerini gösterme hali olarak tanımlanırken, edebiyata da her yönüyle olmakta. Gabriel Garcia Marquez severler, büyülü gerçekliğin ustasını okurken ne kadar çok yaşlılıktan bahsettiğine, hayatın bazılarına göre en olgun, bazılarına göre en durgun ve yorgun, bazılarına göre ise en huzurlu ve mutlu dönemine ne çok vurgu yaptığına dikkat etmişler midir? Bu kadar yoğun yaşlılık ifadesi ilgimi çekince ben de Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık, Kırmızı Pazartesi, Kolera Günlerinde Aşk, Albaya Mektup Yok, İyi Kalpli Erendira ve On İki Gezici Öykü adlı kitaplarını okurken yoğun biçimde rastladığım yaşlılık ve yaşlanma konularını fiziksel değişim, psikolojik değişim, dışa bağımlı olma, bilgi birikimi ve tecrübe, sağlık sorunları ve ölüm korkusu, yaşlılığa boyun eğmeme, geçmişe duyulan özlem gibi başlıklarda toplayarak sizlere sunmak istedim ve aşağıdaki sonuçlara ulaştım;

Yaşam tecrübesinin ve gençlik koşuşturmasının bitmesi sonucu yaratılan vaktin yaşlı insanlarda yoğun bilgi birikimi sağladığını hepimiz az çok biliyoruz. Bu kapsamda, yaşanılan yıllarda tecrübe edilen bazı olaylar, dünyada geçirilen süre uzunluğuna bağlı olarak edinilen bilgi seviyesi, görgü, hedeflerin gerçekleşmesi, yaşın verdiği olgunluk ve deneyim Marquez kitaplarında saygı duyulacak karakterleri yaratmakta ve kişisel bütünlük ve bilgeliğin geliştiği bir dönem olarak okuyucuya yansımakta. Bu anlamda söz konusu duruma verilebilecek en iyi örnek Yüzyıllık Yalnızlık eserindeki “Ursula” karakteri belki de. 

Diğer taraftan, Marquez eserlerinde yaşlı kişi kimi zaman kendine güvenini kaybetmekte, kendini paspal bulmakta ve karşı cins tarafından beğenilmez olduğunu düşünmekte. Marquez romanlarında yaşlılığın sebep olduğu fiziksel değişime sıkça değinilmekte ve fiziksel değişimin karakteri olumsuz anlamda etkilediğine vurgu yapılmakta. Marquez, söz konusu olumsuz değişime karşı hissedilen duygunun daha kuvvetli başka duygularla üstesinden gelinebilecek bir olgu olduğuna bir çok eserinde vurgu yapmakta.  Söz konusu duygular zaman zaman aşk, sevgi, bağlılık gibi duygular olabilmekte. Özellikle “Kolera Günlerinde Aşk” kitabında uzun yıllara rağmen bitmeyen ve yaşlılık döneminde tekrar başlayan büyük aşk anlatılmakta. 

Yine olumsuz olarak,  Marquez kitaplarında yaşlılık olgusu çerçevesinde zihinsel yeteneklerin kaybı ve unutkanlığa vurgu yapılarak, söz konusu değişimlerin karakter üstündeki olumsuz etkisi anlatılmak çoğu zaman da.  Söz konusu zihinsel yetilerin kaybı olgusuna yoğun olarak “Yüzyıllık Yalnızlık” ve “Kolera Günlerinde Aşk” eserlerinde rastlayabilirsiniz.

Marquez yaşlılıkta gerçekleşen fiziksel değişimler sonucu bireyin çeşitli toplumsal yardımlara ihtiyacı olduğuna vurgu yaparken diğer taraftan karakterin söz konusu yardım ihtiyacından hoşnut olmadığını, üçüncü kişilerden gelecek yardımın aşağılayıcı bir durum olduğunu ve karakterin söz konusu yardıma ihtiyacı olması sebebiyle kendini psikolojik anlamda kötü hissettiğini vurucu cümleleriyle anlatmakta. Yaşlılığın olumsuz tarafları tüm çıplaklılığı ile sergilenirken karşı hamle olarak, Marquez, yaşlılıkta gerçekleşen fiziksel değişimlere karşı önlemler alma, söz konusu değişimleri gizleme, sağlık sorunlarına rağmen çalışma hayatına devam etme gibi yaşlılığı reddetme ve yaşlılıkla baş etme durumlarına eserlerinde sayfalar ayırmakta.

Marquez eserlerinde ölüm olgusuna da yaşlılığa paralel olarak oldukça sık rastlanmakta. Eserlerde, karakterlerin betimlenen sağlık sorunlarını algılamalarının ardından gelen ölüm korkusuna, ölümlü olma düşüncesi ve ölümle beraber yaşamda planlanan şeylerin gerçekleşememesi telaşına büyülü gerçekliğin vurucu cümleleriyle yer verilmekte.

Yaşlı bireylerde yenilikleri kolay benimsememe durumuna paralel olarak geçmişe özlem duygusu artmakta. Diğer taraftan genel olarak insan psikolojisinde geçmişin güzel yönleriyle hatırlanması gerçeği dikkate alınarak, yaşlı bireyler de eskiye özlem duymakta, sıkça anılarından ve gençliğindeki toplum, aile, çevre, ekonomi ile ülkenin durumundan bahsetmekte. Özellikle Yüzyıllık Yalnızlık'ta yaşlılıkta geçmişe duyulan özleme vurgu yapılırken, duyulan özlemin anılar arasında iyi-kötü ayrımına olanak tanımayacak kadar yoğun olduğu net bir şekilde görülebilmekte. Yazar, duysal bazı uyarıcıların anıları canlandırdığına dair bilgi ışığında, yaşlıların eski anılarına dönme, eskiyi hatırlama isteğine sıkça vurgu yapmakta. Marquez’in anlatımında yaşlı karakterlerin anılarına ve geçmişe özlemine yer verilirken, kokular, anıları hatırlatan en önemli duysal öğe olarak işlenmekte, bazı eşyalara anıları ve geçmişteki kişileri hatırlatan öğeler olarak önemli anlamlar yüklenmekte.

Sonuç olarak, belki de Marquez'in yaş ve yaş alma konusunda eserlerine yansıyan dalgalı, bazen olumlu çoğu zaman olumsuz fikirleri kendi içerisinde yaşadığı yaşa yönelik beklenti ve kaygılardan kaynaklı. Büyük usta keşke daha çok yaş alsaydı ve bize daha çok yazsaydı diyor, sizlere huzurlu günler diliyorum....

24 Ekim 2017 Salı

Seyahat Sanatı/Alain De Botton

Bazı kitapların içerisinde kaybolur, aslında ne kadar az bildiğinizi, daha ne kadar çok öğrenmeniz gereken konu ve kişi olduğunu hisseder, merak duygusunu çok yoğun biçimde yaşar ve dolu dolu ilham alırsınız ya benim için öyle bir tecrübe oldu bu eser.
.
.
Yine çok zekice ve su gibi akıp giden bir üslupla bütünleştirmiş yazar seyahat konusu ile resim, kitap, doğa ve ünlü isimleri....Kimler yok ki bu eserde; yalnızlığı resmeden Edward Hopper, Güney Amerika'ya keşif gezileri yapan bilim adamı Humboldt, ülkesinden nefret eden ve egzotik ülkelere merak duyan Flaubert, doğanın en önemsiz görülen parçasını bile şiirlerinde devleştiren Wordsworth ve en sevdiğim bölüm olan Van Gogh ile her gittiğimiz yeri resmetmemizi ya da yazmamızı öğütleyen John Ruskin.
.
.
Alain De Botton yine öyle ilginç hikayelerle bezemiş ki seyahat konusunu; çokça not alıyor ve yine aklınızdan hiç çıkmayacak hikayelerle adı geçen kişilere yol alıyorsunuz...Bu eser, seyahat tutkunları ve herkes için mutlaka okunmalı dediklerimden yine. Keyifli akşamlar dilerim...

Felsefenin Tesellisi/Alain De Botton

Şimdi bu kitap için nereden başlasam...Evet adı üstünde bu eser sizi felsefe ve filozoflarla teselli ediyor, günlük dertlerinize üstadların hayatları ve felsefeleri ile çareler sunuyor. Bu ifadeyi sevmesem de bir bakımdan eser tarz olarak kişisel gelişim gibi duruyor fakat işte asıl önemli nokta burası; birçok açıdan diğer kişisel gelişim ve felsefe kitaplarından ayrılıyor.

Öncelikle zeki bir yazarın elinden çıktığı belli olan eser adı geçen tüm filozofları resmen beyninize kazıyor, yani felsefeye meraklıyım ve nereden başlayacağımı bilemiyorum diyorsanız hemen alın bu kitabı. Sokrates, Epikuros, Seneca, Montaigne, Schopenhauer ve Nietzsche öyle keyifli betimlemeler ve örneklerle anlatılıyor ki kitap su gibi akıp gidiyor, sürekli hatırlayacağınız hikayelerle...

O kadar çok not aldım ki; bu keyifli okuma deneyimi beni bambaşka eserlere, antik yunan felsefesine, Goethe'ye Stendhal'e ve daha birçok başka büyük yazara götürdü. Hızla yazarın diğer kitaplarını da kitaplığıma koymayı planlıyorum. "Mutlaka" diyeceklerimden biri oldu bu kitap. Keyifli okumalar dilerim...

14 Eylül 2017 Perşembe

Beyin Bayırsak Bağlantısı/Dr. Emeran Mayer


🍀Bu kitabı almaya, daha önce paylaştığım Mutluluk Kürleri kitabını okuduktan sonra, bağırsak beyin ilişkisi ve iletişiminin önemi ve hayat kalitemiz üzerindeki etkisini daha fazla merak etmem dolayısıyla karar verdim.
.
.
🍀Kitapta, diğer bilimsel anlamda yazılmış kitaplarda olduğu üzere çok ilgimi çeken, çokça altını çizip kenara not aldığım hususlar oldu. Diğer taraftan eserin biyolojik ve tıbbi terminoloji açısından yoğun olması zaman zaman eserin takibini zorlaştırdı. Fakat, bu konudaki merakım ve açlığım belki de ihtiyacım sonuna kadar merakla okumamı sağladı.
.
.
🍀Bağırsak ile beyin arasındaki iki yönlü iletişim, bağırsak mikrobiyotasının üç kiloluk toplam ağırlığının, korku, öfke, üzüntü, kaygı gibi hislerimizdeki etkisi ve taşikardi, aşırı yorgunluk, terleme, bulantı, stres, depresyon gibi belirtilerdeki önemi, probiyotikler gibi çeşitli konuların anlatımı ve örneklendirilmesi oldukça ilgimi çekti.
.
🍀Ben bu kitapta şimdiye kadar okuduğum diğer bilimsel araştırmalar içeren kitaplarda bulamadığım "temkinli yazım"ı farkettim. Yani yazarın bağırsak-beyin iletişimine yönelik bulguların daha erken aşamalarda olduğunu vurgulayarak size sonuçlar sunması benim için çoğu zaman güven verici oldu.
.
🍀Açlık ile ilgili içten gelen hisler, dünyada neyin iyi ve neyin kötü olduğuna dair ürettiğiniz en erken sinyalleri oluştururlar ve doğumda başlarlar.

8 Ağustos 2017 Salı

Mutlu Eden Kitaplar

Bazı kitaplar vardır okurken içinizi nedensiz bir biçimde ısıtır, konudan bağımsız olarak sizi mutlu eder. Ruhunuzu başka başka yerlere götürürken, sizi farklı insanlarla tanıştırır, kafanızda sımsıcak mekanlar yaratır, eserin içine çeker, eserdeki karakterlerle dost eder. Ben de bugün beni mutlu eden kitapların bazılarını sıraladım sizlere...Emin olun bu eserlerin sayısı daha da fazla fakat şimdilik alttaki eserleri paylaşmak istedim sizlerle...Umarım siz de benim kadar keyif alırsınız bu eserlerin sayfaları arasında dolaşırken...

1. Boğulmamak İçin-George Orwell
Londra sokaklarında dolaşırken, karakterin samimiyetine hayran olduğum için...

2. Walden-Henry David Thoreau
Doğanın içerisinde kaybolurken, ruhuma çok iyi gelen birçok cümle keşfettiğim için...

3. Bir Çift Yürek-Marlo Morgan
Aborjinlerin eşsiz öğretileri için...

4. Doğu Avrupada Yolculuk-Gabriel Garcia Marquez
Marquez'in bu gezi tarzı romanını bile çok etkileyici tarzda cümleler ve bilgilerle doldurduğu için...

5. Platon Bir Gün Bara Girer-Daniel Klein
Felsefeyi okurken eğlendiğim için...

6. Harfler ve Notalar-Hasan Ali Toptaş
Yazarın alçakgönüllülüğü, samimiyeti ve entellektüel kimliğine hayran kaldığım için...

7. Yabana Doğru-Jon Krakauer
Yine doğa içerisinde maceradan maceraya koşarken, hayata bakış açım oldukça zenginleştiği için...

8. Doppler-Erlend Loe
Doğanın içerisinde geçen bir romanda bolca gülebildiğim için....

3 Ağustos 2017 Perşembe

Mutluluk Kürleri/Ümit Aktaş

Mutluluk kelimesinin kitap isminde kullanıldığı kitaplara karşı hep bir önyargım olmuştur çünkü mutluluk ezelden beri herkesin aradığı ama nereden nasıl elde edildiğini bulamadığı, kaynağına erişemediği, elle tutulamayan soyut bir kelime olarak hep bir bilinmeyen olarak kalmıştır. Eski paylaşımlarımda mutluluk üzerine yazdığım yazımda da belirttiğim üzere mutluluk herkes için ayrı bir kaynaktan beslenmiş, süresi, nedeni, sonucu kişiden kişiye, akıldan akıla değişmiştir.

Fakat bu kitabı, ilaç sektörüne karşı beslenme silahını kullanması, tıbbi alt yapıyla yazılanların desteklenmesi ve bilimsel makalelerden alıntılarla dolu olması sebebiyle sevdim ve tam da ihtiyaç duyduğum bir anda okudum. Hatta kitapta atıf yapılan yabancı yayınlara, makalelere kadar uzanıp beslenme ve mutluluk, beslenme ve sağlık konularını detaylı bir şekilde araştırdım. Bu kitap sonrasında ileride de paylaşımını yapacağım beyin bağırsak ilişkisine dair başka kitapları edindim. Çevreme özellikle sağlık, yorgunluk, halsizlik hatta umutsuzluktan yakınan herkese bu kitaptan bahsediyorum. Yaz için tavsiyelerimden biridir...İsmi ne olursa olsun ister mutluluk ister huzur ister dinginlik kendinizi iyi hissedeceğiniz günler dileğiyle...


5 Temmuz 2017 Çarşamba

Doppler/Erlend Loe

Doppler, tam bir tatil romanı benim için. Okuması çok keyifli, mutluluk verici ve kolay olan bu eser, hem mizah hem doğa severler için kaçırılmaması gerekenlerden. Herşeyini, geçirdiği bir bisiklet kazası sonucu arkada bırakıp ormana yerleşen Doppler'in hikayesi tabii ki bir Henry David Thoreau'nun Walden'i değil ama yine de altı çizilesi yerleri ve akıllara yazmaya çalıştığı varoluşsal tema ile okunmayı hak edenlerden...Keyifli akşamlar...

Başarılarla uyudum. Başarı soludum ve yavaş yavaş yaşamımı yitirdim. Şimdilerde olan bitene böyle bakıyorum. Allah çocuklarımı benim kadar başarılı olmaktan korusun.

Kendi kendimeyken bile, akıllı olmamaya karar vermişken bile akıllıyım. Bu bir hastalık.

Denizin sağı solu belli olmaz. Bir de dağın. Ama ormanın sağı solu bellidir ve başka her yerden daha az kafa karıştırır. Denize, doğaya ve insana hiçbir şekilde güvenilmezken, yaşamını ormanın ellerine hiç tereddütsüz bırakabilirsin çünkü orman dinler ve anlar. Orman yıkmaz, yeniden kurar ve her şeyin büyümesine izin verir. 


15 Haziran 2017 Perşembe

Babalar ve Oğullar/Turgenyev

Gerçekten Turgenyev'in ince bir üslupla süslediği gerçekçiliğini çok sevdim. Oysa ki ben Marquez'in büyülü gerçekliğini ve Turgenyev'i çok sert eleştiren Tolstoy'u da çok severim.

Belki de, Turgenyev'in gerçekçiliğinin içinde yer alan; zıt kutupların varoluşu sorgulayan sohbetleri, hiç bulutların üstünde gezdirmeyen çokça bizden aşk hikayeleri, gerçek bir baba-oğul, ana-oğul ilişkisi, gözlerimi dolduran evlat sevgisi, derin mi derin karakter tahlilleri ya da gözümün önünde canlanan ortam tasvirleridir beni çeken...

Hikayeyi, Turgenyev felsefesini, nihilist Bazarov'u, karşılıklı diyalogları çok severek heyecanla okudum, bu şaheseri şiddetle tavsiye eder, güzel günler dilerim...

Hatırlamalı; 

Yaprağın düşüşü tıpkı bir kelebeğin uçuşunu andırıyor. Tuhaf değil mi, en hüzünlü, en ölü şey, en neşeli en canlı şeye benzesin.

Düşünen bir insan için kuş uçmaz kervan geçmez diye bir yer yoktur.

Kim hastalığına kızıyorsa, o hastalığını er geç yeniyor.

Çok bilen çabuk yaşlanır.

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Yeraltından Notlar/Dostoyevski

Yeraltından Notları ikinci defa okudum, çünkü ilkinde maalesef tamamlayamadım. İkinci okumamda ise eseri üçüncü kez okuyacağıma karar verdim çünkü eserin, içerdiği psikolojik analizler, dürüst ve sade anlatım, zaaflarının oldukça farkında ve bununla hesaplaşmaktan korkmayan, kendini "böcek dahi olamamış bir adam" olarak tanıtan baş karakter ile yıllardır kült eserler arasında olmayı çokça hakettiğini gerçekten anladım. Dostoyevski yine öyle bir anlatıyor ki, karakterin hayatından aslında çok sıradan bir kesiti iliklerinize kadar hissediyor, karakterle beraber aşağılanıyor, küçük düşüyor, nefret ediyor, acı çekiyor ve varoluşçu söylemleri düşünürken buluyorsunuz kendinizi. Bu hisleri mevcut durumunuzda kaldıramayacak gibiyseniz okumayın ama altı çizilecek sonsuz söylemleriyle Dostoyevski'nin bu şaheserini atlamayın. 

Stefan Zweig'ı sevenler, Zweig'ın derin karakter analizlerinde kimden etkilendiğini çok net anlayacaktır. Bir de Suç ve Ceza'nın Sonya'sına çok benzeyen bir karakterin bu eserde de olması, Dostoyevski'nin kendini aslında çokça satır aralarına koyması dikkat edilecek noktalar. İyi okumalar güzel günler dilerim...

Hatırlamalı;

Yemin ederim size baylar, fazla bilinçli olmak bir hastalıktır. Sıradan bir bilinç insanın yaşamı için fazlasıyla yeterlidir. 

Evet, işe girişmek için insanın öncelikle huzurlu olması, içinde herhangi bir kuşkunun bulunmaması gerekir.

İnsanoğlu yaratmayı ve yol açmayı sever, kuşku edilemez bundan. Peki neden aynı zamanda yıkmayı, kargaşayı da sever?

İnsanoğlu hercai gönüllü, yakışıksız bir yaratıktır ve satrançta olduğu gibi tek istediği hedefin kendisi değil, ona varmak çabasıdır.

Çıkarlar konusunda mantığınız yanılıyor olamaz mı? Öyle ya, belki yalnızca mutluluğu sevmiyordur insan? Belki aynı ölçüde acıyı da seviyordur. Belki acı da mutluluk kadar çıkarınadır.

Kümesle saray arasında fark olmadığını söylüyorsunuz. O zaman, "evet" diye karşılık veririm size, "yaşamanın amacı yalnızca ıslanmamak ise haklısınız."

Normal insanı ölesiye kıskandığımı söylemiştim.

Gerçeği, içtenliği, dürüstlüğü severim. Düşünceyi severim, eşit düzeyde gerçek dostluğu severim.

Hüzünlü bile olsa, hayat güzeldir, nasıl olursa olsun, gene de güzeldir yaşamak.

Elimizden kitaplarımızı alsanız bir anda ne yapacağımızı şaşırır kalırız...

İnsan ancak çektiği acıların hesabını tutar, mutlu günlerini ise hiç hesaba katmaz. Eğer hesaplasaydı mutluluktan da yeterince payını aldığını görecekti.

Zira ızdırap bilinçlenmenin biricik nedenidir.

Palto/Gogol

Gogol'un bir arkadaş toplantısında dinlediği, öznesi tüfek olan gerçek bir hikayeden naif mi naif kişiliğinin etkisiyle oldukça etkilenmesi sonucu yazdığı söylenen bu eser, Rus edebiyatını gerçekçiliğe, sıradan baş karakterlere, sade ama güçlü konulara, orta ve alt gelir gruplarına doğru yönlendiriyor.

Dostoyevski'ye "Hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık" dedirtecek bu kısacık ama dopdolu eser beni o kadar çok başka esere götürdü ki bazılarını bu kareye sığdırabildim.

Hikayenin sadeliği ve vuruculuğuyla Hemingway'in Yaşlı Adam ve Deniz'ine, bürokrasinin acımasızlığının vurgulanmasıyla Kafka'nın Dava'sına, baş karakter'in kendine yönelik algısıyla  Kafka'nın "Dönüşümü'ne ve  Dostosyevski'nin Yeraltından Notları'na, açlık ve fakirlik vurgularıyla Hamsun'un Açlığı'na ve giyime verilen değerin aşağılık yapısıyla Thoreau'nun Walden'ına gittim bu kısacık eseri okurken.

Mutlaka okunmalı ve anlaşılmalı...Akaki Akakiyevic'leri farkedebildiğimiz günler dileğiyle...

23 Mayıs 2017 Salı

Harfler ve Notalar/Hasan Ali Toptaş

"Zaten, seni olsa olsa sezerim ben, istesem de bilemem. Sen de, abartılacak kadar sıradan bir hayat yaşayan bu adamı bilme bence. Çünkü, her zaman için sezmek, bilmekten daha iyidir."



Diyecek kadar alçakgönüllü bir yazar var bu eserde...Sevdiği yazarları, başucu kitaplarını, aklından hiç çıkmayan hikayeleri, yüreğine, kalemine, üslubuna hayran olduğu üstadları, ailesini, çocukluğunu, yazarlığa ilk adımlarını, okuma aşkını öyle samimi öyle kalbi titreten bir üslupla yazmış ki Hasan Ali Toptaş, aldığım ilham beni başka başka eserlere, başka başka konulara götürdü...kendi deyimiyle kör noktamda kalan o kadar çok yazar ve bir o kadar eser olduğunu farkettim. Yazılarının altındaki emeği, yüzlerce üstadın bilgi birikimini, günlerce süren ilk cümleyi kurma çabalarını, insandan, sokaktan aldığı ilhamı gördüm. 




Kendisini görmezden gelenleri görmezden gelmek...., kalbi terlemek..., senden yaşlı olan yalnızlığına yalnızlıklar eklenmesi...gibi sözlerine hayran kaldım, gölge ve ayna gibi kelimeleri çok sevdiğini bolca kullandığını farkettim. Kundera, Dickens, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Marquez, Saramago, Borges, Dostoyevski, Kafka, Calvino ve daha bir çok yazarın kendisindeki dokunuşlarını gördüm.




Marquez'in Kırmızı Pazartesi eserinde yer alan "Beni öldürdüler."  ve Yeraltından Notlar'daki "Baylar Yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır."  gibi cümlelerden aynı derecede etkilenmiş olamamız, anlamlı bir ortaklık yakalamam da ayrı bir mutluluk verdi bana...Sonuç olarak mutlaka okuyun ve okutun...




İnsan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykudadır.

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine/Arthur Schopenhauer


Schopenhauer'in yine çok sert bir üslupla yazdığı bu eserde, düşünür iradenin kölesi olanları "sıradan", aklıyla yaşayanları "seçkin" veya "deha" olarak niteleyerek, bu iki grubun özelliklerini eğitim, sanat, fiziksel görünüm, yaşam biçimi çerçevesinde bizlere sunuyor.

Sıradan insanları eleştirirken sert mizacından taviz vermeyen Schopenhauer, aslında aşağıdaki cümle ile fikirlerini özetliyor;

"Sıradan kimse iradesiyle ait olduğu hayatın hayhuyu ve koşuşturması içinde kaybolmuştur; onun aklı hayatın eşya ve olaylarıyla doludur, ama nesnel anlamları bakımından bu şeylerin ve hayatın zerrece farkında değildir..."

"Dehayı özel biçimde belirleyen şey, ister kör ister keskin olsun kendisinde, her zaman basit kafalarda karşılaşılan hesaplı kitaplı, temkinli ihtiyatlı ruh halinden eser bulunmamasıdır."

Eserin dilinin ağırlığına, sayfalar ilerledikçe alıştım ve ünlü düşünürün özellikle dehanın doğası ve eğitim konularında yazdıklarını keyifle okudum. Bol farkındalıklı güzel günler dilerim...



Hatırlamalı; 

Güzel sanatlar, şiir ve felsefe alanında bir milletin ürettiği eserler, işte sahip olunan bu akıl fazlasının sonucudur.

Çoğu kere öyle olur ki büyük bir kafa monoloğu bu dünyada bulabileceği diyaloğa tercih eder.

Sezgisel kavrayış yoluyla kendi kendine görüp anladığının veya her halde kendi gözlemleriyle doğrulayacaklarının dışında, bir çocuğun zihnine hiçbir kavram aşılanmamalı, hiçbir fikir telkin edilmemelidir ve bunun neticesi çocuğun fikirlerinin, az olsun çok olsun önemli değil, temellerinin sağlam ve doğru olması olacaktır.p

Uğraşılıp elde edilecek en lüzumlu şey nedir diye sorulduğunda, "Kötülüğü öğrenmemek" diye cevap verdi.

18 Mayıs 2017 Perşembe

Akıllı Yaşama Sanatı/Baltasar Grachian

İspanyol din adamı Baltasar Gracian tarafından 17. yy'da yazılmış bu eserin iş yaşamı, dostluk, insan ilişkileri, liderlik, duygu yönetimi gibi konularda içerdiği paragrafların günümüzde dahi güncelliğini koruyabilmesi, ilişkilere yaklaşımda doğadan çokça örnekler sunması hayranlık uyandırıcı. Yaşamımda öncellikle doğallıktan yana bir kişi olarak yazarın bazı önerilerini fazla önceden hazırlanmış ve doğallığa ters bulsam da çokça yerin altını çizdiğimi, tekrar okumak üzere işaretlediğimi belirtmek isterim. Kitabın ismi orjinalinden birebir çevirisi yapıldığı için sıradan bir kişisel gelişim kitabı gibi dursa da katılın ya da katılmayın sizi de etkileyecek, hayatınıza ve ilişkilerinize yön verecek öneriler içerdiğini temin ederim. Schopenhauer ve Nietzsche gibi düşünürler tarafından çokça takdir gören bu eseri keyifle öneririm.

Hatırlamalı;

İhtiyatlı suskunluk dünyevi bilgelikler arasında en kutsalıdır.

Abartı, insanın bilgisinin veya zevkinin sığlığını gösteren bir muhakeme savurganlığıdır.

Kimsenin işine yaramamak büyük bir talihsizlik, herkesin işine yaramaksa bir başka talihsizliktir.

İyi niyetli insanlar her zaman huzur içindedir. İyi şöhret ve iyi itibar sahibi insanlar da her zaman iyi niyetlidir.

Nezaket ve onur öyle erdemlerdir ki, kime dağıtırsanız dağıtın, yine çoğu size kalacaktır.

Hayattaki ilk kural bir şeylere tahammül edebilmektir.

Kimse parıldayan güneşe bakamaz. Ama güneş tutulmasında herkes gözünü ona diker.

7 Mayıs 2017 Pazar

Vanya Dayı/Anton Pavloviç Çehov

Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız...

Konusu ve karakterleri oldukça tanıdık ve sade olan bu eseri bu kadar klasikleştiren, ölümsüzleştiren, içerisinde barındırdığı zeka kokan, varoluşu sorgulayan vurucu diyaloglar... Mutsuzluk, amaçsızlık, umutsuzluk ve ahlak sorgusunun yoğun bir biçimde hissedildiği eseri okurken evet ben de kendimi Moskova'da Çehov'dan bir oyun izlermiş gibi hissettim ve heyecanlandım. Bazen kitabın girdiği atmosfer beni umutsuzluğa sürüklese de zekice diyalogları kaçırmamak için pür dikkat okudum ve aklımdan hiç çıkmayacak olan final cümleleri ile gerçekten bu eser yerini haketmiş dedim...Çehov'un diğer eserlerini almak için sabırsızlanıyor ve tiyatro tadında okumalar diliyorum...

Hatırlamalı;

Kederden, öfkeden uyku tutmuyor geceleri! Yaşlılığımın şimdi elde etmeme olanak tanımadığı şeyleri elde edebilecek olduğum zamanı öylesine aptalca harcadığım için...

Görüş denilen şeylerin, kendi başlarına ölü harflerden başka bir şey olmadıklarını unutmamalıydın...Eylemde bulunmak gerekirdi...

Kendisine verilen şeyi çoğaltması için mantıkla, yaratıcı güçle donatılmıştır insan, ama bugüne kadar hep yaratacağına yok etti.

Yaşamaya üşeniyorsunuz sanki! 

İnsan geçekten yaşamayınca seraplarla avunur. Ne de olsa tam bir hiçlikten iyidir.

Doğaya, insana dolaysız, temiz, özgür bir yaklaşım kalmamış artık...

Gözü peklik, özgür bir kafa, geniş görüşlülük demektir yetenek...

Can sıkıntısıyla tembellik bulaşıcıdır.

Bence gerçek, niteliği ne olursa olsun, belirsizlik kadar korkunç değildir.

Belirsizlik daha iyi...Ne de olsa umuttur...

Yok asıl deli olan dünya. Sizleri hala üstünde tuttuğu için...

Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız...

4 Mayıs 2017 Perşembe

Nietzsche Şöleni; Seçilmiş Düşünceler (Denemeler)/ Nietzsche

"Doğru" deyince zihnimde kesinlikle yanlışın tersini değil, fakat sadece en esaslı hallerde çeşitli yanlışların birbirlerine oranla durumlarını gösteriyor...

Biraz Nietzsche şöleni yaşamak istedim, onun sözlerini ara vermeden okumak hepsinin üzerine tek tek düşünmek istedim. Öyle güzel bir yolculuk oldu ki benim için bu yine; her vurucu cümleyi karaladım, işaretledim, boyadım, yıldızlar çizdim kenarına köşesine...Oysa ki Schopenhauer eseri eserin sahibinden okuyun demişti...Ama bazen de hap gibi eserlere, ara vermeyen filmlere, ardı ardına servis edilen yemeklere, bölünmeyen sohbetlere hasret kalmaz mıyız... Çok keyifle okudum sizlerin de beğeneceğini tahmin ediyor iyi okumalar diliyorum...

Derin olduğunu bilen kimse kolay anlaşılır olmaya çalışır; kalabalığa derin görünmekten hoşlanan kimse ise anlaşılmaz olmaya çalışır.

Bugün yoksul o fakat herşeyini elinden aldıkları için değil de, kendisi kendisi herşeyi kaldırıp attığı için: ne önemi var onun için bunun? Bulmaya alışıktır çünkü. Onun isteyerek katlandığı bu yoksulluğu anlamayanlar asıl yoksullardır.

İnsan karşılık bulabileceği soruları işitir ancak.

İnsan gürültü yapmadan alkışlayamaz hatta kendini bile.

Her alışkanlık elimizi daha becerikli, aklımızı ise daha beceriksiz hale sokar.

Bizi bütün kitapların ötesine bile götüremeyen kitap da nedir ki.

Yaptıklarımızı hiç kimse anlamaz da ya över, ya yerer.

Yiğitlik nedir? Aynı zamanda en büyük acısının ve en büyük umudunun üstüne gitmek...

Neye inanırsın? Şuna: Her şeyi yeniden teraziye vurmalı...

En insancıl davranış nedir? Birisinin utanmasını önlemek...

Yokuş nasıl çıkılır? Çık ve düşünme yokuş çıktığını...

Yalnız elimle yazmıyorum ben; ayağım da işe karışmak istiyor hep. Özgür ve sağlam, yiğitçe yapıyor görevini, kimi zaman tarlalarda, kimi zaman kağıt üzerinde.

Aramaktan yorulalı beri, bulmasını öğrendim. Ters bir rüzgar karşıma çıkalı beri, her rüzgarla yelken açtım.

Düzlükte kalma, çok yükseklere çıkma. Dünya en güzel yokuşun yarısında görülür.

Bencillik, duyguların perspektif yasasıdır: Buna göre en yakın nesneler en büyük ve en ağırlarıdır, uzaktakilerin ise ağırlıkları ve boyları küçülür.

Fazla erdemlere sahip olmak istemeyeni severim. İlkine göre bir tek erdemde daha çok erdem vardır: Kaderin takıldığı bir düğümdür o.

Kültürün kültür araçları yüzünden ölüm tehlikesinde olduğu bir zamanda yaşıyoruz.

Bulanık suda balık avlayanla derinliklerden feyiz alanları halk kolaylıkla bir tutar.

İnsanlar daha iyi görmek için değil, daha iyi parlamak için ışığa koşarlar. Önünde parlayan nesneyi de insan seve seve ışık diye yutturur.

Her erdemde budalalık eğilimi, her budalalıkta erdem eğilimi vardır.

Ne denli yükselirsek, uçmak bilmeyenlere o denli küçük görünürüz.

Birisi şöyle diyordu: "Bu iki insan hakkında derin düşünmedim: Bu da onlara olan sevgimi gösterir."

Kendinin derin olduğunu bilen kimse aydınlığa yönelir; kalabalığa derin görünmek isteyen kimse ise karanlığa yönelir. Karanlık dibini görmediği her şeyi derin sanır çünkü.

İnsan bütün bir yıl sustu mu gevezeliği unutur ama, konuşmayı öğrenir.

Öğrenip ölçmek istediğin nesneden hiç olmazsa bir zaman için uzaklaş. Ancak kentten ayrıldığın zamandır ki evlerin üzerlerinde yükselen yüce kuleleri görebilirsin.

Bilginin velileri olamazsanız savaşçıları olun bari.

Sevgi yüzünden yapılan şey her zaman iyilikle kötülüğün ötesinde yapılır.

Bir nesneyi hem sevebilen, hem onunla alay edebilen kimse, dehaya erişmiş demektir.

Her söz bir ön yargıdır.

27 Nisan 2017 Perşembe

Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine/ Schopenhauer

Okuyorsanız, okumayı hayat ideallerinizden biri haline getirdiyseniz, yazıyor ya da yazmayı düşünüyorsanız, okumayı seviyor ama doğru seçimler yapamıyorsanız, her şeyi geçtim düşünüyor ve düşündüğünüzün farkındaysanız bu kitabı alın okuyun. 

Ünlü Alman filozof Schopenhauer'in yukarıdaki hususlar üzerine oldukça etkileyici bazen kızgın bir üslupla yazdığı bu eser o kadar çok şeye işaret ediyor ki, hele iyi bir okuyucuysanız sizi en önemli yerlerden vuruyor.

Düşünmeyi, iyi okumayı, yazmayı, tercümeyi, mutluluğu, budalalığı, yazarlığı, çok satan listelerini, yayın evlerini, zorlama ve çetrefilli dil kullananları, içi boş düşünceleri allayıp pullayanları, sadeliği, rüküşlüğü, soyutu, somutu, aptallığı, dehayı vurucu üslubuyla anlatıyor.
Bu eserde de o kadar çok altı çizili cümle var ki... O kadar çok yazdım ki affedin lütfen...Hiçbirine kıyıp da atamadım. Hepinizin okuma aşığı olduğunu biliyorum bu nedenle şiddetle tavsiye ediyorum...

Not: Eser boyu Hegel'e olan kızgınlığı dinmiyor üstadın...

Hatırlamalı;

Haricen, ihtiyaç içerisinde bulunmak ve yoksunluk ıstırap üretir; buna karşılık eğer bir insan sahip olması gerekenlerden daha fazlasına malikse bu sefer de yakasını can sıkıntısına kaptırır. 

İnsan mutluluğunun iki temel düşmanı; ıstırap ve can sıkıntısı...

İnsanların yarenlik için hemcinslerinin, oyalayıcı şeylerin, eğlencenin, her türden lüzumsuz lüksün peşine düşmesi esas itibari ile bu deruni ruhsal boşluk nedeniyledir ki çoklarını savurganlığa ve sefalete sürükler.

Bir insanın bu dünyadaki seçimi bir yandan yalnızlığın, diğer yandan bayağılığın ötesine çok fazla geçemez...

Sıradan insanlar sadece zamanlarını nasıl harcayacaklarını düşünürler; herhangi bir yeteneğe sahip insan zamanını nasıl kullanacağıyla meşgul olur.

Mutlu olmak kendi kendine yeter olmak demektir.

Yeryüzündeki en mutlu talih, fevkalade seyrek tesadüf edilen zengin bir kişiliğe ve daha da özelde iyi bir akıl donanımına sahip olmaktır; bu en mutlu talihtir, her ne kadar son kertede çok parlak olduğu söylenmese de...

Kişisel rahata erişmeye adanmış bir hayat, genişlemesine genişleyecek ama asla derinleşmeyecek bir hayat, onun yanında sefil bir gösteriden başka bir anlam ifade etmez: söylediğim gibi yine de insanlar bu bayağı hayat tarzını amaç haline getirirler.

Zihnin hayatı sadece sıkıntıya karşı bir koruma bir kalkan değildir; aynı zamanda can sıkıntısının tehlikeli neticelerini de savuşturur; bizi mutluluğunu bütünüyle dış dünyaya bağlayan insanın er geç karşılaşacağı kötü dostlardan, birçok tehlikelerden, felaketlerden, kayıplardan ve savurganlıktan uzak tutar.

Ruh zenginliği yegane hakiki zenginliktir, çünkü diğer bütün zenginlikler beraberinde kendilerinden daha büyük dert ve bela getirirler.

Aristoteles  felsefeye adanmış bir hayatın en mutlu hayat olduğu sonucuna varır.

Geliştirip kullanması kendisinden beklenen bir yetenekle doğmuş insan en büyük mutluluğu bunu kullanmada bulur. (Goethe)

Düşünce dünyası sınırsız, zararsız ve sakindir.

Cehalet ancak zenginlikle bir arada bulunduğu zaman soysuzlaştırıcıdır. Sefalet ve ihtiyaç yoksul insanı sınırlar; onun işi yahut uğraşı bilgisinin yerini alır ve düşüncelerini işgal eder. Fakat cahil olan zenginler sadece zevkleri peşinde koşarak ömürlerini tüketirler ve vahşi bir hayvana benzerler; her gün görülebileceği üzere...

Okunan şeyler ancak derin düşünceyle hazmedilebilir.

Eğer okuyabilecek zamanı da satın alabilseydi kitap satın almak insan için iyi bir şey olurdu; fakat insanlar genellikle kitap satın almayı o kitapların içindeki şeyleri elde etmekle ve onlara hakim olmakla karıştırırlar.

Gerçek bilgi sahibini hiçbir zaman kibirlendirmez, şüphesiz bu temeli sağlam bir düşüncedir.

Halk yeni olanı okumayı iyi olanı okumaya tercih edecek kadar saftır.

Anlaşılmaz alan anlayışsız (akılsız) olana akrabadır.

Bir kimsenin konuştuğu gibi yazması neredeyse tersi kadar, yani yazdığı gibi konuşmaya çalışması kadar kusurludur.

Küçük bir düşünceyi anlatmak için çok sayıda sözcük kullanmak her zaman her yerde vasatlığın en şaşmaz işaretidir; buna mukabil çok sayıda düşünceyi birkaç sözcüğe giydirmek seçkin kafaların hiçbir zaman aldatmayan belirtisidir.

Bir insan ancak üzerine düşündüğü şeyi bilir.

Yerkabuğunun katmanları içerisinde eski zamanlarda yaşamış olan canlıların kalıntılarını muhafaza ettiği gibi, bir kütüphanenin rafları üzerindeki kitap dizileri de benzer şekilde geçmişin hatalarını ve bunların ne şekilde sergilendiğini biriktirir.

İyi olanı okumak için kötü olanı hiçbir zaman okumamayı insan kendisine düstur edinmeli: çünkü hayat kısa ve hem zaman hem dinçlik insan için sınırlı.