26 Eylül 2016 Pazartesi

Paris ve Londra'da Beş Parasız/George Orwell


Onun insanligini yok eden, doğuştan gelen bir karakter bozukluğu değil, yetersiz beslenmeydi.




En sevdiğim yazarlardan olan George Orwell bu çok önemli kitabında Paris ve Londra'da yaşadığı sefaleti, açlığı, yoksulluğu ve çaresizliği yine iliklerinize kadar hissedeceğiniz samimi bir uslupla anlatıyor. Orwell'in aslında kısa dönemli bir hatıratı olan kitap, sizi hiç bilmediğiniz hayal bile edemediğiniz dünyalara çekiyor. Baş karakter ile Paris'in ve Londra'nın en izbe yerlerinde kalıyor, pisliğin alasını görüyor, sadece ekmek ve tereyağı ile besleniyor, otellerin ve restoranların mutfaklarında ağır koşullarda çalışıyor ve yine de aklınıza ve mantığınıza hakim olmayı sürdürüyorsunuz.



 
1984 ve Hayvan Çiftliği ile meşhur Orwell iyi ki bu iki kitapla bu kadar meşhur olmuş ki diğer muhteşem eserleri de sırayla ve hızla dilimize çevrilmiş. Yukarıda ve yanda gördüğünüz üzere Can Yayınlarının rengarenk mutlu kapak tasarımına zıt bir şekilde orjinal kapaklarda sefalet ve açlığı daha çok görebilyorsunuz. Yine de Can Yayınları kapak tasarımını da beğendim. Ben bu kitabı okuduktan sonra kitabı Orwell romanları içerisinde birinci sıraya taşıyorum ve hiç bilmediğim dünyalar hakkında günlerce düşünmemi ve çevreme devamlı suretle anlatmamı sağladığı için Orwell'in kalemine hayranlığımı bir kez daha dile getiriyorum. Altı çizilecek tekrar okunacak çok şey var aslında kitapta fakat spoiler olmaması açısından aşağıdaki cümlelerle biraz olsun sizlere fikir vermeye çalıştım. Akıcılık, sürükleyicilik her zamanki gibi tam gaz Orwell'le fakat yine de Paris bölümünü daha çok sevdiğimi belirtmeden geçemeyeceğim. 



George Orwell'in kitabın son paragrafında aldığı kararlar gerçekten çok etkileyici ve düşündürücü. Sanırım bazılarını kendim de uygulayacağım. Çevremizde bazen görmezden geldiğimiz birçok şeyin farkına vardığımız, olay ve kişilerin iç yüzüne yaklaştığımız daha derinlikli günler dileğiyle iyi okumalar dilerim...



Yoksulluğa yaklaştığınız zaman yaptığınız keşiflerden biri diğerlerine ağır basıyor. Can sıkıntısını, acı zorlukları ve açlığın başlangıcını keşfediyorsunuz keşfetmesine ama aynı zamanda yoksulluğun bunları telafi eden en önemli özelliğini de keşfediyorsunuz geleceği yok ettiği gerçeğini. 

 Aç görünmek ölümcüldür. İnsanlarda seni tekmeleme isteği uyandırır.

Kir ayrımcıdır. İyi giyimli olduğunuzda sizi rahat bırakır ama yakalığınız kaybolunca dört bir yandan üstünüze üşüşür.

Zihnini sağlam ve zinde tutmayı başarmıştı, bu yüzden hiçbir şey onu yoksulluğa yenik düşürmezdi. Perişan olabilirdi, üşüyebilirdi hatta aç bile kalabilirdi ama okuyabildiği, düşünebildiği ve meteorları gözlemleyebildiği sürece, dediği gibi, kendi beyninin içinde özgürdü.

Esasta bir iş yararlı mı yararsız mı, üretken mi asalakça mı kimsenin umurunda değil, tek beklenti karlı olması.

Bir dilencinin işi, varisten mustarip olmak, kronik bronşite yakalanmak vs. pahasına her türlü hava koşulunda sokakta durmak. Bu da diğer tüm meslekler bir meslek, elbette son derce işe yaramaz bir meslek ama aslında birçok saygın meslek de son derece işe yaramaz. 



Günün Kelimesı: Kader


7 Eylül 2016 Çarşamba

Son Şeyler Ülkesinde/Paul Auster


Bunlar son şeyler diye yazdı. Birer birer ortadan kayboluyor ve asla geri gelmiyorlar. Görmüş olduğum, artık olmayan şeyleri sana anlatabilirim, ama buna zaman bulacağımı sanmıyorum…




Diye başlıyor bu farklı roman. Paul Auster’in 1987 yılında yazdığı benim de yazarın en sevdiğim kitabı olan “Son Şeyler Ülkesinde” bence distopik roman türünde gayet başarılı bir biçimde yerini alıyor. Distopya deyince ilk akla gelen romanlardan biri olmamasının sebebi belki de Auster’in bu romanda ilk defa böyle bir tarzı denemiş olması olabilir. Auster’ın bu türde daha çok eser vermesi gerektiği kanaatindeyim.


Kitapta anlatılan isimsiz şehirde, her türlü üretim durmuş, insanlar çöpten beslenir hale gelmiş, hırsızlık normalleşmiş, doğum oranı neredeyse sıfır olmuş, insanlar için ölüm kurtuluş olmuştur. Kitaptaki her şeyin hızla yok olması, roman boyunca sizi dehşete düşürürken, ana karakterin ve insanların yaşadığı açlığı sonuna kadar hissediyorsunuz. Yazarın romandaki atmosfere sizi de dahil edebilmesi bence gerçekten çok başarılı. Bir çırpıda, koyu gri atmosfer içerisinde, hafif titrek bir şekilde okunan romanın sonunda “Olabilir mi?” sorusu kalıyor aklınızda. Kitap içerisinde, Stefan Zweig’ın Amok Koşucusu uzun öyküsüne çok benzettiğim bölüm de beni oldukça etkiledi.  

Sonuç olarak, sonbahara yaklaşırken okununca insanı daha da depresif bir moda sokabileceği uyarısını da yaptıktan sonra, distopik roman türünde mutlaka ve mutlaka okunması gereken kitaplar listenizde bulunması gerektiği kanaatindeyim. 


Günler tam gerektiği anda, güneşin aydınlattığı şeyleri tüketecek gibi olduğu sırada son buluyor.

Günün Kelimesi: Yalan


5 Eylül 2016 Pazartesi

Günün Kelimesi: Özgürlük


Yaşlı Adam ve Deniz/Ernest Hemingway



Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar...


Hemingway’in 1952 yılında yazdığı,Nobel Ödülü almasındaki en büyük etken olarak sayılan ve kendisinin de en sevdiği eseri “Yaşlı Adam ve Deniz”de yaşlı Kübalı bir balıkçının açık denizde Gulf Stream’e kapılmış olarak devasa boyutlarda bir kılıçbalığı ile mücadelesi Hemingway’in sade ama bir o kadar da kuvvetli diliyle, upuzun ağdalı cümleler arkasına sığınmadan anlatılıyor. Bu kısa romanda Hemingway yenilgi, cesaret, acı, günah, kayıp, başarı, başarısızlık, yalnızlık, mutluluk, sevgi, hırs temalarını kılıç balığı ve balıkçı mücadelesi metaforuyla öyle güzel anlatıyor ki, bir bakmışsınız bir çırpıda kitap bitivermiş. Ben romanda uygulanan sembolizme takılmak istemiyorum derseniz bile, kitap sap sade anlatımıyla yine çok kuvvetli ve yine çok sürükleyici.


Minimalizmi size uçlarda yaşatan bu tek kişilik eserde, tekne, balık, yaşlı adam kafanızda öyle güzel canlanıyor ki resim yeteneğim olsa sanki boyayıp duvarıma asacak, kitabın o okunup bittikten sonra insanda bırakan tatlı hissini resme baktıkça hatırlayacağım. Kitap tarz olarak Martı ve Küçük Prens’e benzetilmiş bugüne kadar. Jack London’un deniz sevdasıyla yazdığı kitaplarıyla karşılaştırılmış. Bence hepsinden oldukça farklı eser mutlaka okunmalı ve kütüphanenize konulmalı. Yaşlı balıkçıyı çok sevdim, o rahat edince ben de rahat ettim, o acı çekince benim de içim acıdı kitap boyunca… Ernest Hemingway’in diğer eserleriyle devam edeceğim… Başarısızlığınızın başarı kadar anlamlı olabildiği günler dileğiyle iyi okumalar…


“İnsan Yenilmek için Yaratılmadı” dedi dokunaklı bir sesle; “Ademoğlu mahvolur ama yenilmez.”