En sevdiğim yazarlardan olan George Orwell bu çok önemli kitabında Paris ve Londra'da yaşadığı sefaleti, açlığı, yoksulluğu ve çaresizliği yine iliklerinize kadar hissedeceğiniz samimi bir uslupla anlatıyor. Orwell'in aslında kısa dönemli bir hatıratı olan kitap, sizi hiç bilmediğiniz hayal bile edemediğiniz dünyalara çekiyor. Baş karakter ile Paris'in ve Londra'nın en izbe yerlerinde kalıyor, pisliğin alasını görüyor, sadece ekmek ve tereyağı ile besleniyor, otellerin ve restoranların mutfaklarında ağır koşullarda çalışıyor ve yine de aklınıza ve mantığınıza hakim olmayı sürdürüyorsunuz.
1984 ve Hayvan Çiftliği ile meşhur Orwell iyi ki bu iki kitapla bu kadar meşhur olmuş ki diğer muhteşem eserleri de sırayla ve hızla dilimize çevrilmiş. Yukarıda ve yanda gördüğünüz üzere Can Yayınlarının rengarenk mutlu kapak tasarımına zıt bir şekilde orjinal kapaklarda sefalet ve açlığı daha çok görebilyorsunuz. Yine de Can Yayınları kapak tasarımını da beğendim. Ben bu kitabı okuduktan sonra kitabı Orwell romanları içerisinde birinci sıraya taşıyorum ve hiç bilmediğim dünyalar hakkında günlerce düşünmemi ve çevreme devamlı suretle anlatmamı sağladığı için Orwell'in kalemine hayranlığımı bir kez daha dile getiriyorum. Altı çizilecek tekrar okunacak çok şey var aslında kitapta fakat spoiler olmaması açısından aşağıdaki cümlelerle biraz olsun sizlere fikir vermeye çalıştım. Akıcılık, sürükleyicilik her zamanki gibi tam gaz Orwell'le fakat yine de Paris bölümünü daha çok sevdiğimi belirtmeden geçemeyeceğim.
George Orwell'in kitabın son paragrafında aldığı kararlar gerçekten çok etkileyici ve düşündürücü. Sanırım bazılarını kendim de uygulayacağım. Çevremizde bazen görmezden geldiğimiz birçok şeyin farkına vardığımız, olay ve kişilerin iç yüzüne yaklaştığımız daha derinlikli günler dileğiyle iyi okumalar dilerim...
Yoksulluğa yaklaştığınız zaman yaptığınız keşiflerden biri diğerlerine ağır basıyor. Can sıkıntısını, acı zorlukları ve açlığın başlangıcını keşfediyorsunuz keşfetmesine ama aynı zamanda yoksulluğun bunları telafi eden en önemli özelliğini de keşfediyorsunuz geleceği yok ettiği gerçeğini.
Aç görünmek ölümcüldür. İnsanlarda seni tekmeleme isteği uyandırır.
Kir ayrımcıdır. İyi giyimli olduğunuzda sizi rahat bırakır ama yakalığınız kaybolunca dört bir yandan üstünüze üşüşür.
Zihnini sağlam ve zinde tutmayı başarmıştı, bu yüzden hiçbir şey onu yoksulluğa yenik düşürmezdi. Perişan olabilirdi, üşüyebilirdi hatta aç bile kalabilirdi ama okuyabildiği, düşünebildiği ve meteorları gözlemleyebildiği sürece, dediği gibi, kendi beyninin içinde özgürdü.
Esasta bir iş yararlı mı yararsız mı, üretken mi asalakça mı kimsenin umurunda değil, tek beklenti karlı olması.
Bir dilencinin işi, varisten mustarip olmak, kronik bronşite yakalanmak vs. pahasına her türlü hava koşulunda sokakta durmak. Bu da diğer tüm meslekler bir meslek, elbette son derce işe yaramaz bir meslek ama aslında birçok saygın meslek de son derece işe yaramaz.
Keşke bu güzel blogu bırakmasaydınız...
YanıtlaSil