Bunlar son
şeyler diye yazdı. Birer birer ortadan kayboluyor ve asla geri gelmiyorlar.
Görmüş olduğum, artık olmayan şeyleri sana anlatabilirim, ama buna zaman
bulacağımı sanmıyorum…
Diye başlıyor bu
farklı roman. Paul Auster’in 1987 yılında yazdığı benim de yazarın en sevdiğim kitabı
olan “Son Şeyler Ülkesinde” bence distopik roman türünde gayet başarılı bir
biçimde yerini alıyor. Distopya deyince ilk akla gelen romanlardan biri
olmamasının sebebi belki de Auster’in bu romanda ilk defa böyle bir tarzı
denemiş olması olabilir. Auster’ın bu türde daha çok eser vermesi gerektiği
kanaatindeyim.
Kitapta
anlatılan isimsiz şehirde, her türlü üretim durmuş, insanlar çöpten beslenir
hale gelmiş, hırsızlık normalleşmiş, doğum oranı neredeyse sıfır olmuş,
insanlar için ölüm kurtuluş olmuştur. Kitaptaki her şeyin hızla yok olması,
roman boyunca sizi dehşete düşürürken, ana karakterin ve insanların yaşadığı
açlığı sonuna kadar hissediyorsunuz. Yazarın romandaki atmosfere sizi de dahil
edebilmesi bence gerçekten çok başarılı. Bir çırpıda, koyu gri atmosfer
içerisinde, hafif titrek bir şekilde okunan romanın sonunda “Olabilir mi?” sorusu
kalıyor aklınızda. Kitap içerisinde, Stefan Zweig’ın Amok Koşucusu uzun öyküsüne
çok benzettiğim bölüm de beni oldukça etkiledi.
Sonuç olarak, sonbahara
yaklaşırken okununca insanı daha da depresif bir moda sokabileceği uyarısını da
yaptıktan sonra, distopik roman türünde mutlaka ve mutlaka okunması gereken
kitaplar listenizde bulunması gerektiği kanaatindeyim.
Günler tam
gerektiği anda, güneşin aydınlattığı şeyleri tüketecek gibi olduğu sırada son
buluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder