İnsanlar yalnızca acıyı hissetmezler; gerçek olsun, hayali olsun,
sonuçlarını öngörürler ki bu, ızdırabı birkaç katına çıkaran bir önsezidir.
Dr. Frank Vertosick, Amerika’da yaşayan çok başarılı bir beyin Cerrahı
olarak, ağrı konusundaki çalışmalarını sadece tıp öğrencilerinin değil bütün
herkesin anlayabileceği çarpıcı bir üslupla ele alıyor bu kitabında. Hastalarından
verdiği çarpıcı örnekler ile ağrının biyolojik yapısını, psikolojik bedelini ve
ağrıyla mücadele etmek için geliştirdiğimiz yöntemleri detaylı bir şekilde
açıklıyor. Kitabın kült edebiyat
eserlerinin hastalık ve ağrıya ilişkin akılda kalan cümleleri ile başlayan
bölümlerinde migren, fıtık, omurga rahatsızlıkları, doğum, eklem yangısı,
bağışıklık sisteminin çökmesi, hayalet ağrılar ve bunun gibi konular
hastalarının öyküleri içerisinde tıbbi terminolojiye okuyucuyu boğmadan
anlatılıyor.
Çok sıkıntılı bir konu gibi görünen ağrı ve acı olgusu gündelik
hayattan, edebiyata, tıbbi çevreden, doğaya, dine, evrime, bilime, psikolojiye,
sosyolojiye yayılarak ancak bu kadar ilgi çekici hale getirilebilir diyorsunuz
kitabı bitirdikten sonra. Kitabı alma tetikleyicim ise geçirdiğim trafik kazası
sonucu kırıklarımın iyileşme döneminde yaşadığım, her gün değişik bir şekilde
baş gösteren yorucu ve yıpratıcı ağrılarımı anlamlandırma çabam oldu. Sayın
Vertosick’in kitabında beni en çok etkileyen ise “Tanrı’nın Megafononu” başlıklı
giriş bölümünde ağrı ve acının sadece çekilen bir fiziksel travmanın yanında
oldukça ağır psikolojik etkileri olan bir yaşanmışlık olduğunu anlatan
cümleleri oldu.
Kitabı okurken daha önce hiç bilmediğim ve şaşkınlıkla karşıladığım o
kadar yer oldu ki siz de okuduktan sonra bana katılacaksınızdır. Örneğin; Doğumda
ölen Aztekli kadın, tam bir savaş kahramanı gibi askeri törenle gömülür ve
ailesine emekli aylığı bağlanırmış. Aztekler doğumu kadının savaşı olarak
görmekteymiş. Kanser, Latince “yengeç” demekmiş. Hastalığa bu isim,
kararlılığı, tıpkı yengecin kıskaçlarıyla avına sıkı sıkıya yapıştığı gibi hastaya
kenetlenmesi nedeniyle verilmiş. Bitkiler acı çekmezmiş çünkü değiştirecekleri
davranışları yokmuş; süngerler, solucanlar, böcekler gibi basit hayvanlar acı
duymazlarmış; çünkü davranışları büyük ölçüde genetik olarak belirlenmiş.
Yazarın, "Bir Beyin Cerrahı” ve “Beynine Bir Kez Hava Değmeye
Görsün" adlı diğer kitapları bir daha ki kitap alışverişi listemde.
Keyifli okumamalar, ağrısız acısız ya da en azından ağrı ve acıyla başarıyla
baş edebildiğimiz günler diliyor ve hocanın kitabı bitirirken ki güzel öğüdüyle
yazımı bitiriyorum;
Kendinize bir bitiş çizgisi hayal edip, ona doğru ilerleyin. Ve
kurtuluşunuz için sadece çevrenizdekilere bel bağlamayın. Evinizde tek başınıza
sendeleyerek dönmeniz gerekebilir. Ne de olsa yaşamlarımızı acının tutsağı
olmaktan kurtarmanın savaşını her şeyiyle kendi içimizde vermeliyiz.
Hatırlamalı;
Acıdan alınan dersler olmasaydı, bedenlerimiz kısa sürede en sıradan
travmalarla tahrip olurdu.
Acı bir öğretmendir; doğanın yaşamda kalma okulunun baş öğretmenidir.
Vicdan azabı dedikleri şey olsa gerek bu adamda, Karın ağrısından, diş
ağrısından beter bir şeymiş bu. Ne olduğunu bilmiyorum ama Allah esirgesin beni
bundan! (Herman Melville, Moby Dick)
Eşim yatağında, ben sandalyemde, ikimiz de doğanın bize verdiği Homo
sapiens-düşünen insan- olma onuruna karşılık talep ettiği yüksek bedelin
tanıklarıydık.
Tanrı’nın hastalıkların çaresini, o hastalığın sık görüldüğü ortamlarda
insanlara sunduğuna inanıyordu.
Ağrı ya da acının sağladığı disiplin olmadığı zaman, bedenlerimizi
tanınmaz hale gelecek kadar yıpratırız.
Başkasına verdiğimiz acı ile doğduğumuz ve kendi acılarımızla ölmeye
mahkum olduğumuz söylenir.
Hayvanların ortaya çıkması sırasında ağrı ile ölüm arasında kurulan
evlilik, hala bozulması zor olan bir birlikteliktir.
Resim: Van Gogh (Old Man In Chair)