25 Temmuz 2016 Pazartesi

Boğulmamak İçin/George Orwell



Burada bir itirafta bulunacağım, daha doğrusu iki itirafta. Birincisi, hayatıma dönüp baktığımda bana balığa çıkmak kadar zevk veren başka bir şey hiç olmadı. Öbür itirafıma gelince, on altı yaşımdan sonra bir daha hiç balığa çıkmadım.
 
“George Orwell” ismini duyduğu anda, kapağına ve içeriğine bakmadan kitap alanlardanım evet… Fakat bu anlamda Orwell beni hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmadı. Yazarın, yazımını, kurgusunu, 1903-1950 arasında yaşamış olmasına ve eserlerini çoğunlukla 30’lu yıllarda yazmış olmasına rağmen geleceği bu kadar net görebilmesini, düşündürücü ve kaotik atmosferini, samimiyetini, kullandığı metaforları çok seviyor ve takdir ediyorum.

Orwell deyince çoğumuzun aklına “1984” ve “Hayvan Çiftliği” distopyaları gelir. Bu iki başyapıta hakkını teslim edip, Orwell’in diğer kitaplarına da kütüphanelerimizde yer vermek gerekir. “Boğulmamak İçin” bu anlamda Orwell’in iki başyapıtının habercisi olan ve satır aralarında “1984” ve “Hayvan Çiftliği”ni barındıran, biraz da kendi çocukluğunun İngiltere’sini içeren, otobiyografik tatlar bırakarak I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı yakın dönemi Londra’sını çok samimi bir şekilde gözler önüne seren, okuması çok keyifli bir roman.

Kitabın ana karakteri, George Bowling, 45 yaşında, şişman, evli ve çocuklu, kasvetli hayatından kurtulmak isteyen bir sigorta pazarlamacısı olarak karşımıza çıkar. 1939’da patlak verecek olan savaşın gelişini, yemek kuyruklarını, zorbalığı, çaresizliği tahmin ederek gelecekten çok korkar ve çocukluğuna sığınmak ister. Anı-roman tarzındaki eserde, sıradan bir karakter olan George Bowling’in hayatına dair hayal kırıklıkları, küçük mutlulukları, bedenine ilişkin memnuniyetsizlikleri, hayalleri, korkuları, ızdırapları, kaçamakları, pişmanlıkları ve planları okuyucuya komik ve ironik bir şekilde aktarılır. Bowling’in tek ve en büyük arzusunun balık tutmak, balık tutabilmeye zaman ayırabilmek olduğu kitapta, siz de onunla beraber balık tutmayı hayal ederken bulursunuz kendinizi.


Kitabın adı “Coming Up for Air” dilimize Can Yayınlarında “Boğulmamak İçin” olarak birebir tercüme edilmiş ve çok da uygun olmuş bence. Kitap kapağı da paralel biçimde renkli ve çok anlamlı. Diğer taraftan başka bir yayınevinin, “Daralma” olarak yaptığı tercümesi de kitabın hissettirdikleri açısından çok uyumlu bir seçim olmuş. Kitabın İngilizce bir versiyonunda, eski Londra sokaklarında arabaların arasında birikmiş suyun üstünden atlamaya çalışan bir adamın fotoğrafını içeren kapak da favorilerim arasında…

Kitabı bitirdiğimde kitabın yazımının üzerinden yarım yüzyıldan fazla geçmiş olmasına rağmen Bowling karakteri, ailesi, çevresi ve kafasındaki her şeyin bu dönemde de güncelliğini ne kadar çok koruduğunu ve sokağa baktığımda birçok Bowling karakteri gördüğümü fark ettim. Benim romanı Londra’da tatildeyken okumuş olmam, 1930’ların Londra’sı ve bugünü canlı canlı karşılaştırabilmem açısından ayrı bir keyif verdi bir anlamda… Hyde Park’ta güneşli bir havada Londra’lıların rahatlığı ve mutluluğuna imrenerek bakarken, trenle Londra’nın parlak havası dışında kalmış küçük koyu renkli banliyö evlerinin yanından geçerken de Bowling’i görecekmişim hissine kapıldım… 


Hatırlamalı;

 Annem ve babam her şeyin ürkütücü bir akıntı halinde eriyip çözüldüğü bir devrin sonunda ama bundan habersiz yaşadılar.


Artılarla eksileri alt alta koyduğumda savaşın bana zarar vermek kadar fayda da getirdiğini kabul etmem gerek. Ne olursa olsun, o yıl okuduğum romanlar kitabi bilgi anlamında hayatım boyunca aldığım tek gerçek eğitim oldu. Bu sayede zihnimin işleyişinde bir değişim meydana geldi. Hayatım normal ve makul seyrinde gelişseydi muhtemelen edinemeyeceğim farklı, sorgulayan bir bakış kazandım. Fakat bunu anlayabilir misiniz bilmiyorum, aslında beni değiştiren, bende gerçekten etki bırakan şey okuduğum kitaplardan çok sürdüğüm hayatın kokuşmuş anlamsızlığıydı.


Hepimiz niye böyle lanet birer aptalız, merak ediyorum. İnsanlar budalalık uğruna onca vakit harcayacaklarına niye dolaşıp etraflarına bakmıyorlar? Şu gölete mesela; içindeki bir sürü şeye… Ve bu arada hiç bitmeyen şu merak duygusu, içimizdeki o acayip alev. Sahip olmaya değer tek şey ve biz onu istemiyoruz.


Çalışmamız gerektiğini gayet iyi anlıyorum. Herhangi birimizin çuhaçiçeği toplamaya vakti varsa bu madenlerde ciğeri çıkana kadar öksüren adamlarla daktilolarda parmak çürüten kızların sayesinde. Hem karnınız tok değilse ve sıcak bir yuvanız yoksa zaten çiçek toplamak istemezsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder