Stefan Zweig,
Amok Koşucusu
Stefan Zweig, derin ve etkileyici karakter analizleriyle bizi derinden sarsan, sallayan, düşündüren bu kitabında birkaç hikayesiyle bizi buluşturuyor. Kitaba adını veren uzun hikaye çoğumuzun duyduğu Amok Koşucusu. Stefan Zweig umutsuzluk, köşeye sıkışmışlık, yanlızlık öğelerini hikayelerinde çokça kullanmaya ve okuyucuya bu hisleri anlatımında yaşatmaya devam ediyor. Zweig'ın en sevdiğim yazarlar arasında olmasının en büyük sebeplerinden biri de bu...Karakterle bütünleşmemi, onu çok yakından tanımamı sağlıyor. Bir de psikolojiye merakınız varsa o zaman bu hikayeler sizi oldukça etkileyecek. Ben hatırladığım cümleleri, okuduğumda aklıma ilk gelen kelimelerle eşleştirdim. Eminim sizin aklınıza başka birçok kelime geliyordur...Kitabın genelinde aklıma ilk gelen kelime aşağıda göreceğiniz üzere "yalnızlık"...
Stefan Zweig, derin ve etkileyici karakter analizleriyle bizi derinden sarsan, sallayan, düşündüren bu kitabında birkaç hikayesiyle bizi buluşturuyor. Kitaba adını veren uzun hikaye çoğumuzun duyduğu Amok Koşucusu. Stefan Zweig umutsuzluk, köşeye sıkışmışlık, yanlızlık öğelerini hikayelerinde çokça kullanmaya ve okuyucuya bu hisleri anlatımında yaşatmaya devam ediyor. Zweig'ın en sevdiğim yazarlar arasında olmasının en büyük sebeplerinden biri de bu...Karakterle bütünleşmemi, onu çok yakından tanımamı sağlıyor. Bir de psikolojiye merakınız varsa o zaman bu hikayeler sizi oldukça etkileyecek. Ben hatırladığım cümleleri, okuduğumda aklıma ilk gelen kelimelerle eşleştirdim. Eminim sizin aklınıza başka birçok kelime geliyordur...Kitabın genelinde aklıma ilk gelen kelime aşağıda göreceğiniz üzere "yalnızlık"...
öğretmen: Şu anda on adım ötesinde oturan
ve kendisine metelik vermeyen bu öğretmen, hayatı boyunca bir dakika, bir
saniye bile yüzeysel bir karar vermekle nasıl bir şeye yol açtığı üzerinde kafa
yormamış olan bu adam, nasıl da düşüncesizce onu sınavda bırakmıştı. İlerleme
gösteren bir gelişmenin önünün nasıl kesildiği ve bir insanın yaşamının zorla
bir başka yöne çevrildiği üzerinde kafa yormamış olan bu adam. (Stefan Zweig,
Amok Koşucusu)
umut/umutsuzluk: Hala bir görünüp bir kaybolan
umut kırıntıları, varsayımlar doğuruyordu içinde, ama durmuyor, tam tersine
koşuyor da koşuyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu)
yardım: …yardım etmek için de bu duyguya
ihtiyacınız vardı, karşınızdakinin size ihtiyacı olduğu duygusuna. (Stefan
Zweig, Amok Koşucusu)
umut: Ilık ama yine de sert havayı
iştahla içime çektim; duyduğum dehşet, alınyazılarının çeşitliliği karşısında
kapıldığım şaşkınlığın içinde eridi, her pencerenin arkasında kaderin
beklediğini, her kapının bir serüvene açıldığını, bu dünyanın her yerinin
çeşitlilikle dolu olduğunu, en kirli köşenin bile, çalışkan böceklerin
parıltısıyla kokuşması gibi, önceden biçimlenmiş olaylarla dolup taştığını
yeniden hissettim; gözlerimi yaşla dolduracak kadar beni umutlandıran bir
duyguydu bu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu)
Kimsenin tarafını tutmuyor,
hiçbir değişikliğe aldırmıyordu, yardımcı olarak gelen ve hizmetkarlar odasını
paylaştığı bu yabancı insanların adlarının, saç renklerinin, beden kokularının
ve davranışlarının durmaksızın değiştiğini fark etmez gibiydi. (Stefan Zweig,
Amok Koşucusu)
kin: Asla onun gözlerine bakmazdı,
belki de duyduğu kini gizleyememekten korkuyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu)
şarkı: Creskenz, çocukluğundan beri ilk
kez şarkı söylemeyi deniyordu, boşa geçen yılların karanlığından bin bir
güçlükle gün ışığına çıkan bu notalarda insanın içine dokunan bir şey vardı.
(Stefan Zweig, Amok Koşucusu)
yalınlık: Koştu da koştu ve yıllardır ilk kez yürürken bütün
uzuvlarını ritmik bir biçimde gevşetmenin nasıl da büyük bir keyif verdiğini
hissetti, sarayda geçirdiği günlerde unutmuş olduğu yalın yaşamın her yönünü
büyük bir zevkle yeniden keşfetti. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün
Öyküsü)
çöküş: Burada, uyanmak bile insanın
canını acıtıyordu: Düşsüz geçirilen kapkara bir gecenin ardından birden günün
içine dalıveriyordu insan, tıpkı sıcak bunaltıcı bir havada buz gibi suyun
içine dalar gibi…İnsan uyanır, neden ve ne için uyandığını bilmezdi; burada onu
kendine çeken, çağıran hiçbir şey yoktu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir
Çöküşün Öyküsü)
yalnızlık: Gün başlayınca, insanların
tablolarının yerini insanların kendileri alırdı ve bu insanlar onun yanında
kalırlardı: giyinirken, gezintiye çıkarken, yemek yerken, ta gece geç saatlere
kadar. Dans ederek, bitmek bilmez bir tempo içinde onun yaşamının çiçekli
kayığını sallayan ve dalgalar gibi durup dinlenmeden kıpırdayan, kabaran bu
gelgitin mırıltılar içinde kendisini alıp götürdüğünü hissederdi. (Stefan
Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)
yalnızlık: Oda boştu, havasız gibiydi,
kendisini hiç kimsenin istemediği bu yalnızlık içinde o da kendisini bomboş
hissediyordu, boş, yararsız, tükenmiş ve yıpranmış; neden burada olduğunu ve
neden buraya geldiğini anımsaması için biraz zaman geçmesi gerekiyordu. (Stefan
Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)
yalnızlık: O güne dek hiçbir
zaman yalnız kalmadığı için bir tek kişinin bile kendisi için ne kadar önemli
olduğunu hiç bilmemişti. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)
boğulmak: Bayan de Prie birkaç mektup daha
yazdı, diri diri gömülmüş biri gibi hissediyordu kendini, toprağın altındaki
tabutunda uyuyan, bağırıp çağıran, duvarları yumruklayan biri gibiydi; yukarıda
onun sesini duyan olmuyordu, insanlar seke seke üzerinde yürüyorlar, onun sesi
de yalnızlığının içinde boğuluyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün
Öyküsü)
yorgunluk: Tarifsiz bir yorgunluk sardı
içini, ne öç alma duygusu kalmıştı ne de öfkesi, yalnızca yorgundu, tarifsiz
biçimde yorgun, sanki gözünden akan yaşlarla birlikte bütün kanı da akıp
gitmişti ve yerde yatan onun cansız bedeniydi, kendi ağırlığıyla yere
yapışmıştı. Ayağa kalkmaya çalışmadı, yaşadığı bunca şeyden sonra bedenini
nereye sürükleyeceğini bilemiyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün
Öyküsü)
yaşlanmak: Aynaya baktığı her
dakika sanki hayatından yılları alıp götürüyordu, gözlerinin önünde sararıp
soluyor, hastalıklı, bunak biri oluyordu, yaşlandığını, hayatının tükendiğini
hissediyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)
yanlızlık: Kendisinden çok şey
istendikçe o da fazlasıyla veriyordu. Ama yalnızken, kendisini gören, konuşan,
dinleyen ve bir şeyler isteyen kimse olmayınca çirkinleşmiş, budalalaşmış,
çaresiz ve mutsuz olmuştu. Yaşamın içindeyken canlanıyordu o ve yalnızken
kendisinin gölgesi oluyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)
hiçlik: Elbette farklı olan bir
şey vardı ve bu da ona acı veriyordu. Bir hiç olduğundan bu yana insanlar ona
daha dostça davranıyorlardı…(Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)
unutulmak: Kıskançlık olmadan,
nefret olmadan, yalan olmadan yaşamaya değmezdi. Çoktan unutulmuş olduğunu dehşetle
fark etti. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)
saat: Saatler de tıpkı insanlar
gibi ağır adımlarla ilerliyor gibiydiler, onları hızlandırmanın çaresini de
bulamıyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)
kader: Çünkü tarihin akışı,
zorlanmaktan hoşlanmaz, kahramanlarını kendisi seçer, ne kadar zorlasalar da
davetsiz gelenleri hiç acımadan geri çevirir; kaderin arabasından düşen olursa
onu artık yukarı çekmemek gerekir. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün
Öyküsü)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder