9 Haziran 2016 Perşembe

Amok Koşucusu/Stefan Zweig



Stefan Zweig, Amok Koşucusu

Stefan Zweig, derin ve etkileyici karakter analizleriyle bizi derinden sarsan, sallayan, düşündüren bu kitabında birkaç hikayesiyle bizi buluşturuyor. Kitaba adını veren uzun hikaye çoğumuzun duyduğu Amok Koşucusu. Stefan Zweig umutsuzluk, köşeye sıkışmışlık, yanlızlık öğelerini hikayelerinde çokça kullanmaya ve okuyucuya bu hisleri anlatımında yaşatmaya devam ediyor. Zweig'ın en sevdiğim yazarlar arasında olmasının en büyük sebeplerinden biri de bu...Karakterle bütünleşmemi, onu çok yakından tanımamı sağlıyor. Bir de psikolojiye merakınız varsa o zaman bu hikayeler sizi oldukça etkileyecek. Ben hatırladığım cümleleri, okuduğumda aklıma ilk gelen kelimelerle eşleştirdim. Eminim sizin aklınıza başka birçok kelime geliyordur...Kitabın genelinde aklıma ilk gelen kelime aşağıda göreceğiniz üzere "yalnızlık"...

öğretmen: Şu anda on adım ötesinde oturan ve kendisine metelik vermeyen bu öğretmen, hayatı boyunca bir dakika, bir saniye bile yüzeysel bir karar vermekle nasıl bir şeye yol açtığı üzerinde kafa yormamış olan bu adam, nasıl da düşüncesizce onu sınavda bırakmıştı. İlerleme gösteren bir gelişmenin önünün nasıl kesildiği ve bir insanın yaşamının zorla bir başka yöne çevrildiği üzerinde kafa yormamış olan bu adam. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu)

umut/umutsuzluk: Hala bir görünüp bir kaybolan umut kırıntıları, varsayımlar doğuruyordu içinde, ama durmuyor, tam tersine koşuyor da koşuyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu)

yardım: …yardım etmek için de bu duyguya ihtiyacınız vardı, karşınızdakinin size ihtiyacı olduğu duygusuna. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu)

umut: Ilık ama yine de sert havayı iştahla içime çektim; duyduğum dehşet, alınyazılarının çeşitliliği karşısında kapıldığım şaşkınlığın içinde eridi, her pencerenin arkasında kaderin beklediğini, her kapının bir serüvene açıldığını, bu dünyanın her yerinin çeşitlilikle dolu olduğunu, en kirli köşenin bile, çalışkan böceklerin parıltısıyla kokuşması gibi, önceden biçimlenmiş olaylarla dolup taştığını yeniden hissettim; gözlerimi yaşla dolduracak kadar beni umutlandıran bir duyguydu bu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu)

Kimsenin tarafını tutmuyor, hiçbir değişikliğe aldırmıyordu, yardımcı olarak gelen ve hizmetkarlar odasını paylaştığı bu yabancı insanların adlarının, saç renklerinin, beden kokularının ve davranışlarının durmaksızın değiştiğini fark etmez gibiydi. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu)

kin: Asla onun gözlerine bakmazdı, belki de duyduğu kini gizleyememekten korkuyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu)

şarkı: Creskenz, çocukluğundan beri ilk kez şarkı söylemeyi deniyordu, boşa geçen yılların karanlığından bin bir güçlükle gün ışığına çıkan bu notalarda insanın içine dokunan bir şey vardı. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu)

yalınlık: Koştu da koştu ve yıllardır ilk kez yürürken bütün uzuvlarını ritmik bir biçimde gevşetmenin nasıl da büyük bir keyif verdiğini hissetti, sarayda geçirdiği günlerde unutmuş olduğu yalın yaşamın her yönünü büyük bir zevkle yeniden keşfetti. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

çöküş: Burada, uyanmak bile insanın canını acıtıyordu: Düşsüz geçirilen kapkara bir gecenin ardından birden günün içine dalıveriyordu insan, tıpkı sıcak bunaltıcı bir havada buz gibi suyun içine dalar gibi…İnsan uyanır, neden ve ne için uyandığını bilmezdi; burada onu kendine çeken, çağıran hiçbir şey yoktu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

yalnızlık: Gün başlayınca, insanların tablolarının yerini insanların kendileri alırdı ve bu insanlar onun yanında kalırlardı: giyinirken, gezintiye çıkarken, yemek yerken, ta gece geç saatlere kadar. Dans ederek, bitmek bilmez bir tempo içinde onun yaşamının çiçekli kayığını sallayan ve dalgalar gibi durup dinlenmeden kıpırdayan, kabaran bu gelgitin mırıltılar içinde kendisini alıp götürdüğünü hissederdi. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

yalnızlık: Oda boştu, havasız gibiydi, kendisini hiç kimsenin istemediği bu yalnızlık içinde o da kendisini bomboş hissediyordu, boş, yararsız, tükenmiş ve yıpranmış; neden burada olduğunu ve neden buraya geldiğini anımsaması için biraz zaman geçmesi gerekiyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

yalnızlık: O güne dek hiçbir zaman yalnız kalmadığı için bir tek kişinin bile kendisi için ne kadar önemli olduğunu hiç bilmemişti. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

boğulmak: Bayan de Prie birkaç mektup daha yazdı, diri diri gömülmüş biri gibi hissediyordu kendini, toprağın altındaki tabutunda uyuyan, bağırıp çağıran, duvarları yumruklayan biri gibiydi; yukarıda onun sesini duyan olmuyordu, insanlar seke seke üzerinde yürüyorlar, onun sesi de yalnızlığının içinde boğuluyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

yorgunluk: Tarifsiz bir yorgunluk sardı içini, ne öç alma duygusu kalmıştı ne de öfkesi, yalnızca yorgundu, tarifsiz biçimde yorgun, sanki gözünden akan yaşlarla birlikte bütün kanı da akıp gitmişti ve yerde yatan onun cansız bedeniydi, kendi ağırlığıyla yere yapışmıştı. Ayağa kalkmaya çalışmadı, yaşadığı bunca şeyden sonra bedenini nereye sürükleyeceğini bilemiyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

yaşlanmak: Aynaya baktığı her dakika sanki hayatından yılları alıp götürüyordu, gözlerinin önünde sararıp soluyor, hastalıklı, bunak biri oluyordu, yaşlandığını, hayatının tükendiğini hissediyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

yanlızlık: Kendisinden çok şey istendikçe o da fazlasıyla veriyordu. Ama yalnızken, kendisini gören, konuşan, dinleyen ve bir şeyler isteyen kimse olmayınca çirkinleşmiş, budalalaşmış, çaresiz ve mutsuz olmuştu. Yaşamın içindeyken canlanıyordu o ve yalnızken kendisinin gölgesi oluyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

hiçlik: Elbette farklı olan bir şey vardı ve bu da ona acı veriyordu. Bir hiç olduğundan bu yana insanlar ona daha dostça davranıyorlardı…(Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

unutulmak: Kıskançlık olmadan, nefret olmadan, yalan olmadan yaşamaya değmezdi. Çoktan unutulmuş olduğunu dehşetle fark etti. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

saat: Saatler de tıpkı insanlar gibi ağır adımlarla ilerliyor gibiydiler, onları hızlandırmanın çaresini de bulamıyordu. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

kader: Çünkü tarihin akışı, zorlanmaktan hoşlanmaz, kahramanlarını kendisi seçer, ne kadar zorlasalar da davetsiz gelenleri hiç acımadan geri çevirir; kaderin arabasından düşen olursa onu artık yukarı çekmemek gerekir. (Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Bir Çöküşün Öyküsü)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder