20 Haziran 2016 Pazartesi

Suç ve Ceza/Dostoyevski



Ölüm cezasına çarptırılmış biri sehpaya çıkmadan bir saat önce şöyle söylüyor ya da düşünüyordu: “Yüksek bir yerde, bir kayanın üzerinde ancak iki ayağımı koyabileceğim kadar daracık bir yerde yaşayacak olsaydım, dört bir yanım uçurumlarla, okyanuslarla çevrili olsaydı, fırtınalar, zifiri karanlık olsaydı her yanım, kimsecikler olmasaydı yanımda, o daracık yerde öylece bir ömür, binlerce yıl, sonsuza dek yaşamak isterdim! Yaşayabilsem, yalnızca yaşayabilsem, yaşayabilsem! Nasıl olursa olsun yaşasam!...” Ne yaman bir gerçek! Tanrım ne yüce bir gerçek bu! Ne alçak bir yaratık şu insanoğlu!...Bu nedenle ona alçak diyen de alçaktır!
 
Ünlü deha Dostoyevski'nin klasikler arasında büyük yer edinmiş “Suç ve Ceza”sı üstüne söylenecek yazılacak o kadar çok şey var ki bugün sadece bir başlangıç yapmış olayım... Edebiyat tarihinin en önemli en ünlü karakterlerinden biri olan Raskolnikov' u yaratan Dostoyevski, eserinde suçlunun gözünden suçu ve cezayı irdeler aslında… “Suç acaba yüce amaçla işlenirse cezadan kurtulunabilinir mi?” sorusu etrafında döner roman. Roman, 19. yy Rusya’sını gözler önüne sererken aslında polisiye roman çemberinden sıyrılıp derin bir psikolojik roman şeklini alır ve suç/ceza psikolojisi ile suçlunun iç hesaplaşmasını ayrıntılarıyla gözler önüne serer. Raskolnikov’un ilgisini Napolyon gibi tarihe adını yazdırmış insanlar çeker. Onu çeken aslında, çoğu üstün, dahi insanın, bireysel kötülükleri önemsemedikleri, duraksamadan bu kötülüklerin üzerinden atlayıp geçtikleri düşüncesidir…

Kitabı okurken diğer kitaplardaki büyük, beklenmedik olaylar beklemeyin çünkü olaydan bağımsız olarak eser zaten çok büyük ve beklenmedik. Kitabı okurken hissedilen kalp atışı, iç sıkıntısı, kitabı derhal kapatma isteği fakat aşırı meraktan devam etme tutkusu da cabası. Raskolnikov karakterinin yanında edebiyat tarihine bir de en usta, en bilge, en entel dedektif karakteri kazandırılır. Sadece Raskolnkov’u incelemekle, dedektife haksızlık olur. Ayrıca, kitaptaki karakterleri sanki akrabanız, arkadaşınız, yan komşunuz gibi tanıyormuşluk duygusu, görünüm ve karakterleri hakkında derin bilginiz, St. Petersburg’a gittiğinizde sanki onlarla karşılaşacakmış gibi hissetmeniz olduğu gibi Dostoyevski’nin dehası ve ruh betimlemelerindeki başarısıdır...

Eser bittiğinde hayatınız boyunca unutamayacağınız sorular kalır aklınızda… Suç nedir, ceza nedir, suç ve ceza birbirinden ayrı olgular mıdır, suç ne zaman suç olarak tanımlanır, suç işleme hakkı var mıdır, bazı insanlar neden bu “hakka” sahiptir… Tarihi karakterler tarihe adlarını yazdırırken aslında suç da işlemişler midir?...

Raskolnikov’un işlediği suçu ve çektiği cezayı bize büyük olayların arkasına sığınmadan iliklerimize kadar hissettiren Dostoyevski’nin dehasına hayran olamamak imkansız… Kitabın rengi benim için kül rengi ile sarı arası... İyi okumalar, bol düşünmeler…


Bunları biliyor musunuz;

  • Eserde karakter isimleri karakterlerin üstlendiği rol ile paraleldir. Örneğin “Raskolnikov” isminin kökü Rusçada iki parçaya bölünmüş anlamına gelmektedir.
  • Eylem süresince zamana dikkatimizi veremediğimizden, hikayenin iki hafta içinde olup bittiğini çöğrenmek gerçekten şaşırtıcıdır. Kitabı okurken zaman akıp gitmez, eylemin gerginliği ile daralıp genişler…
  • “Fahrenheit 451” kitabında yok olan kitapları hatırlamakla görevli hatırlayıcılar kitapların ismini alır. Kitaptaki ikizlerden birinin adı Suç ve Ceza cilt 1, diğerinin adı Suç ve Ceza cilt 2’dir :)
  • “Suç ve Ceza”, film ve dizi sektörünü, diğer birçok edebi eser ve sanat eserini etkilemiştir. Kafada yarattığı sorular birçok senariste ilham vermiştir. Örneğin Breaking Bad, House of Cards… gibi dizilerde eserden birçok sahneye ve oyuncuların iç hesaplaşmasına şahit olursunuz. “House of Cards” dizisinin bazı bölümlerindeki sahnelerle, kitaptaki birkaç bölüm bire bir aynıdır neredeyse…

Hatırlamalı;

Doğuştan olan duygularınızın soyluluğunu yoksullukla koruyabilirsiniz. Ama sefalette hiç kimse, hiçbir zaman başaramaz bunu… Sefalette, daha bir gurur kırıcı olsun diye insanların arasından sopayla kovalamazlar sizi de, süpürür atarlar. Doğrusu haksız değildirler… Çünkü sefalete düştüğümde önce kendim aşağılamaya hazırım kendimi.

Hem ayrıca birinin nasıl bir insan olduğuna karar verirken, sonra düzeltilmesi zor olacak yanılgıya düşmemek, önyargılı davranmış olmamak için ağır ağır, ölçülü yaklaşmak gerekir ona.

Sağlıksız ruhsal durumlarda düşler çoğu zaman olağanüstü bir belirginlikle, parlaklıkla, aşırı benzerlikle gerçeği andırırlar.

Ama bir anda tüm varlığıyla hissetmişti artık karar vermek özgürlüğünün de, iradesinin de kalmadığını, her şeyin artık kararlaştırıldığını…

Acılarla dolu, bitmek tükenmek bilmeyen yalnızlığın, insanlardan uzaklaşmanın karanlık duygusu birden bilinçli olarak yansımıştı ruhunda.

Daha önce hiç tanımadığı, yeni, beklemediği, bilmediği bir şeyler oluyordu içinde. Değil yalnızca anlamak, hissetme duygusunu tüm gücüyle açıkça hissediyordu.

Kanın bağırmıştır öyle… Kanı akacak yol bulamayıp karaciğerinde pıhtılaşıp kalırsa insan böyle hayaller görür…

Ama gerçekler her şey demek değildir ki. İşin hiç değilse yarısı da o gerçekleri nasıl kullanabileceğine bağlıdır!

Ne var ki kendini gösterme hırsı mantığını yenmişti.

Güç gerek bana, güç! Güç olmadan bir şey yapamam. Gücü de güçle elde etmek gerek.

Geniş bilinç ile de derin yürek için acı da, üzüntü de her zaman zorunludur. Gerçek büyük insanların, yaşamlarından büyük acılar çekmek zorunda oldukları kanısındayım.

İnsana yararlı olan aynı zamanda soyludur da!

Sonya, akılca da ruhça da kim sağlamsa, güçlüyse, insanlara o hükmedecektir. Kim daha yürekliyse, o haklıdır…Kim daha çok şeyi umursamıyorsa yasa koyucu o oluyor, gözü en pek olan haklı çıkıyor…Şimdiye dek böyle gelmiş böyle gidecek! Ne var ki, körler göremezler bunu!

İktidar ancak onu eğilip almak yürekliliğini gösterenin olur.


Kurnazca felsefe yapmayı bırakın, düşünmeden yaşamın akışına bırakın kendinizi. Endişe etmeyin, kıyıya çıkaracaktır sizi akıntı, ayaklarınızın üzerine kaldıracaktır.

Zamanı gelince siz de seveceksiniz yaşamı. Şimdilik sizin için gerekli olan havadır. Hava, gene hava…

Acı çekmenin de bir felsefesi vardır.

İçtenlikte yalnızca yüzde bir bile sahtecilik notası varsa, hemen o anda başlar tökezlemeye… peşinden de rezalet gelir kuşkusuz. Pohpohlama ise ne denli sahteyse, o denli hoş olur, hazla dinlenir.

Bu yaşama konusuna gelince amma da alçalıyorlar insanlar!

O anda tek başına olmak için her şeyini verirdi. Ne var ki bir dakika bile olsun yalnız kalamayacağını da biliyordu.

Önce biraz ağladılar, ama alıştılar şimdi. Aşağılık insanoğlu her şeye alışır!


Spoiler;

Eseri bitirdiğinizde suç ve cezanın ne kadar yapışık kavramlar olduğunu anlarken, suçu işleyenin aslında dışarıdan değil içeriden yaşadığı yoğun iç sıkıntısı ve vicdan azabı ile kendi kendini cezalandırmakta olduğu sonucunu çıkarıyorsunuz. Raskolnikov’a göre olağanüstü insanların her türlü suçu işlemeye hakları varken, olağan insanların ise söz dinlemesi gerekmekte. Sürüden ayrılan insanların tümü birer suçlu olmak zorunda onun yaşam felsefesine göre. Kendini bu felsefe ile suça itelediğinde ve kendisinin olağan bir insan olduğunu anladığında yaşadığı can çekişmesi ise cidden iç acıtıcı… Sonuçta, Raskolnikov’un kafasındaki fikirler, felsefi ve toplumsal nedenler ile yaptığı eylemin arasındaki uyumsuzluk daha sonra onun yıkımına sebep oluyor. Suç sonrası yaşadığı ağır vicdan azabı, paranoya, hayal kırıklığı, travma, topluma iyilik yaparak katılabilme çabası da kendi kendine verdiği en büyük ceza aslında…

Herkes gibi ben de bir bit miydim, yoksa bir insan mı, o anda öğrenmeliydim bunu, hemen o anda öğrenmeliydim… Sınırı aşacak gücüm var mıydı? Eğilip alabilir miydim iktidarı?... Korkudan tir tir titreyen zavallı bir yaratık mıydım, yoksa hakkım var mıydı?...

3 yorum:

  1. Yazılarınız çok güzel.Tebrik ediyor başarılarınızın devamını diliyorum.

    YanıtlaSil
  2. Yazılarınız çok güzel.Tebrik ediyor başarılarınızın devamını diliyorum.

    YanıtlaSil