4 Ağustos 2016 Perşembe

Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar/Stefan Zweig



Böyle gözleri olan kişi hakikati görür, dünyanın ve bilginin tümü onundur. Fakat insan böylesi ezeli gerçekçi, böylesi ezeli uyanık gözlerle mutlu olamaz.


Stefan Zweig’ın 1928 yılında yazdığı “Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar” kitabı, otobiyografisini yazarak kendini tanımaya çalışan üç ünlüyü yazıyor. Kendi aralarında yazım ve kişilik bakımından çok büyük farklılık gösteren bu kişileri bir kitapta yazmasının ve karşılaştırmayı okuyucuya bırakmasının sebebi aslında çevirmenin sunuş notunda da belirttiği üzere Casanova’da saf otobiyografiyi, Stendhal’de psikolojik otobiyografiyi, Tolstoy’da da ahlakçı otobiyografiyi işlemek. Zweig, üç farklı şahsiyetin yaşamlarını biyografik, duygusal, felsefi ve insani bir yönden yazarak kitabında bölümlere ayırıyor.
  

Zweig’ın romanlarına olan düşkünlüğümün yanında yazdığı tüm biyografilerin de büyük bir hayranıyım çünkü kuru kuru belgeler arkasına sığınıp tek düze bir anlatımla yazmıyor biyografilerini. Biyografilerinde, derin psikolojik analizlerle anlattığı büyük şahsiyetlerin duygu dünyalarına, yaşadıkları mekanlara, ailelerine, çevrelerine, bedenlerine, olumlu ve olumsuz yönlerine ait çok şeyi bulabiliyorum. Anlattığı büyük şahsiyetlerin romanları kütüphanemde yerlerini alırken, hayatları da hiç unutmayacağım, bazı yönlerini kendime örnek alacağım, bazılarından ders çıkaracağım verilere dönüşüyor beynimde.


Casanova, Stendhal ve Tolstoy hakkında Zweig tarafından kaleme alınan ve eşsiz karakter analizleri içeren satırların birçoğu hatırlanmalı. Casanova’yı hiçbir mevki, ülke ya da giysinin çekmemesi, hiçbir mesleğin de can sıkıntısını yok edememesi ve onun hiçbir kelime oyununa sığınmadan hiçbir şeyden çekinmeden yazması akılda kalıcı.


Stendhal’in çekinmemeyi ve yazdıklarını asla silmemeyi ilke edinmesi, sanatçıya söylediklerinin üslubunu düzeltecek, yanıltacak zaman bırakmaması, ressam gibi değil, adeta anın resmini çeken bir fotoğraf sanatçısı gibi çalışması, anılarının güzelliğini doğruluk uğruna, sanatı psikoloji uğruna bilerek feda etmesi beni en çok etkileyenlerden. Stendhal kadar sözleri ve eserleri Nietzsche’ye çılgınca düşünce zevki veren çok az sayıda yazar olduğu gerçeği de gerçekten dikkat çekici. 


Tolstoy’un asla kendisine yalan söylememiş olması ve kendi kusurlarıyla yapmacıklığını en acımasız düşmanlardan bile daha iyi görerek, özellikle bu nedenle yaşamının tümünü bir trajediye çevirmiş olması kitapta çok yoğun ve etkileyici bir üslupla anlatılıyor. Tolstoy'un son nefesine kadar hiçbir yanıtı yeterli bulmamış olması, hiçbir inançta tatmin olmamış ve yaşamı, son anına kadar muhteşem, korkunç bir sır olarak algılamış olması hüzünlü fakat zorlu bir düşünce hayatının göstergesi.  Zweig’a göre, Tolstoy en çok fotoğrafı çekilen kişi olmasının yanında, çağımızda hakkında en iyi belgelere sahip olduğumuz insan. Tolstoy’un anılarını yazmak için kullandığı ağaçlar bir araya getirilseydi sanırım yeni bir Yasnaya Polyana Ormanı oluşurdu diyor Zweig.


Kitabın her cümlesi altı çizilesi fakat ben aşağıda ancak bir bölümünü sizlerle paylaşabiliyor ve kendimize ve çevremize karşı dürüst ve hesapsız olabildiğimiz günler için keyifli okumalar diliyorum…


Casanova;


  • Casanova birçok akademik, bilimsel şey öğrenmiştir, çünkü kimya, tıp, tarih, felsefe, edebiyat konularında ve özellikle de daha gizemli olmaları nedeniyle daha eğlenceli bulduğu astroloji, altın yapma ve simya konularında bilgi sahibidir. Bütün bunların yanı sıra bu hoş ve becerikli delikanlı tüm bedensel sanatlarda, danstan eskirimde, binicilikte ve kağıt oyunlarında herhangi bir soylu beyden farksız olarak sivrilmektedir; yine tüm bu özelliklerinin yanına bir de her şeyi çok çabuk ve çok iyi öğrenen, yetmiş yıl boyunca gördüğü hiçbir yüzü, duyduğu, okuduğu, söylediği ve baktığı hiçbir şeyi unutmayan olağanüstü hafızası da eklenince bütün bunlar fevkalade entelektüel bir nitelik kazandırmıştır Casanova’ya.

Stendhal;


  • Stendhal her türlü yanlış sözü, her yalan hareketi acıyla hisseder. Çünkü onun doğru ve doğal şeylere karşı aşırı gelişmiş, ileriyi gören duyguları, ruhsal konulardaki deneyimi, başkalarının duygularındaki fazlalığı ve eksikliği, sıradanlığı ve yapmacıklığı görünce acı çeker. Duygularla aşırı tatlandırılmış ya da suni olarak şişirilmiş tek bir cümle, onda bir kitabı okuma zevkini öldürebilir…
  • Kendisine fazla yaklaşılmaması için her yerde kendisi ve insanlar arasına hendekler kazar ve dikenli teller koyar.
  • Her makamda, her meslekte, her işte becerisi ve zekası sayesinde özgür kalabilmeyi başarmıştır.
  • Stendhal’in Ben’ciliği tutkulu bir savunmadır yalnızca, hiç kimsenin alanına girmez, fakat hiç kimseyi de eşiğinden içeri bırakmaz.
  • Stendhal Balzac’a şu şekilde yazmıştır: “Açıkça söylemek gerekirse eserlerimi okutacak kadar çok yeteneğim olduğundan şüpheliyim. Bazen yazmaktan müthiş zevk alıyorum. Hepsi bu.”
  • Stendhal, kitaplarını ister bizzat kendi yazsın, ister kendi söylerken başkasına yazdırsın, biçime hiç önem vermezdi ve edebiyatı hoş bir eğlendirme aracı olarak görürdü.
  • Yalnızlığın zevkini ve yalnızlığındaki zevki, ilk ve en eski idealini elli yaşındayken nihayet sanatta keşfeder.
  • Romanlarının kahramanlarına ancak kendi yaşadıklarını yaşattırdığı zaman sanatını aşan bir sanatçı olur, tasvirleri ancak kendi ruhuyla akraba bir ruhun duygularını aktarabildiği zaman mükemmel olabilir.
  • Stendhal hayatı boyunca ruhsal olayları gözlemlediği kadar hiçbir şeyi planlı programlı yapmamıştır; hiçbir şey beynin içini görmek kadar ilgilendirmemiştir onu.

Tolstoy;


  • Tolstoy tüm dünyayı etkileyen faal yaşamının elli dördüncü yılında ilk kez hiçliği, tüm insanlığa has bir yazgı olarak gördü.
  • Tolstoy da kusursuz bir sanatçının fanatizmi ile yazınını çekiçle dövmüş, yağlamış, oyarak şekil vermiştir. On bin sayfayı bulan eserinde tam oturmamış tek bir cümle, uygun olmayan bir sıfat onu öylesine huzursuz eder ki büyük bir endişeyle tashihleri gönderdiği Moskova’daki matbaaya telgraf çekip baskıyı durdurmasını söylerdi, söz konusu yetersiz hecenin yerini değiştirebilsin diye.
  • Tolstoy’da, her şeyi tüm açıklığı ile gören bu duyarlı sanatçıda, ruh asla uçamaz, hatta özgürce nefes bile alamaz, beden daima sert ve ağır bir kılıf gibi ruhun üzerine geçirilmiş olarak kalır ve ruhu her zaman acımasız yerçekimi kanunuyla aşağıya çeker.
  • Duygularının eşsiz samimiyetiyle insanı aradı ve mükemmel bir şekilde çizdi; kendi vicdanının karanlık, gizem dolu dehlizlerinde aradı insanı, sadece kendini yaralayarak bulabileceği derinliklerde araştırdı onu. Müthiş bir ciddiyetle ve acımasız bir sertlikle, hiçbir şeye aldırmayarak, bizlerin o kusursuz, en eski imajımızı dünyevi kabuğundan çıkarmak ve tüm insanlığa- her insanın yapması gereken bir görev olduğunu vurgulayarak-insanın daha soylu, Tanrı’ya daha çok benzeyen çehresini göstermek için ruhunu eşeleyip durdu bu örnek ahlaklı deha.

Bir insanın yaşamındaki en önemli an, benliğinin bilincine vardığı andır; bu olayın sonuçları en iyi ya da en korkunç olan şeylere yol açabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder