Mutluluk o kadar
çok kişinin merak ettiği bir konu olmuş ki felsefecilerin, psikologların, bilim
adamlarının araştırmaları hep bu yönde olmuş. Birileri, yaşam refahındaki artış
demiş, birileri iklim ve coğrafya demiş, birileri sosyoekonomik göstergeler demiş,
birileri dostluk ve aile demiş, birileri bu kavram sadece beyin kimyasına
bağlıdır demiş, birileri seratonin, adrenalin, vitamin demiş, demiş de demiş… O
kadar geniş ve soyut bir kavram ki mutluluk, bir alt ya da üst limiti olmayan,
kişiden kişiye anlamı, ifadesi, şekli, rengi, görüntüsü değişen kavramlardan
biri. Kişisel gelişim kitaplarının gözde kelimesi; “Mutsuzluğa İnat”, “Mutluluk
mu? Zor Değil!”, “Mutluluğa Çeyrek Var”, “Neden Siz de Mutlu Olmayasınız”,
“Mutluluk Reçetesi”, “Mutsuzluğunuza Savaş Açın”, “Bir Günde Mutluluk”,
“Mutluluk Size O Kadar Yakın”…(Not: Söz konusu kitap isimleri tamamen uydurmadır
eğer çakışanlar varsa affola)
Van Gogh |
Kelimelere olan
tutkumu profilimde de sizinle paylaşmıştım. Kitapları okurken içime işleyen
cümleleri not aldığım bir dosyam var. O cümleler öyle kelimelere ilham veriyor
ki kafamda onları eşleştirmek bana çok keyifli bir oyunmuş gibi geliyor.
Geçenlerde, kelime dosyamda gezinirken ne kadar çok yazarın mutluluk, saadet,
sevinç, mutsuzluk, keder üzerine yazdığını fark ettim. Bunlar da sadece benim
aklımda kalanlar ve benim okuduğum yazarların cümleleriydi… Bu yazımda sadece
altını çizdiğim cümleleri ve yazarların bakış açılarını paylaşacağım sizlerle.
Ne taraftan bakmışlar eserlerinde mutluluğa… Nasıl bir mutluluk anlayışı
benimsetmişler karakterlerine…
Mutluluğumuzu
hep saklama ihtiyacı duyarız, nazardan, kem gözden korkar, atasözlerimize bile
işlediği gibi çok gülmenin sonunun iyi gelmeyeceğini düşünürüz. Sessizce “Aman
nazar değmesin ama her şey çok yolunda, kendimi iyi hissediyorum” der, üstünü
örteriz. Sabahattin Ali bu duyguyu çok güzel tanımlamış aşağıda “saadeti israf
etmekten korkmak” ifadesiyle… Belki de bize taa küçüklüğümüzden beri öğütlenen,
iç benliğimize işleyen “mutluluğun” daimi olmayacağına dair sözler, atasözleri,
deyimler, şarkılar, türküler, masallardır bizi mutluluğumuzu gıdım gıdım
yaşamaya, çevremize göstermemeye, kendimize bile itiraf etmemeye iten…
Zaten küçüklüğümden beri saadeti
israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim... Bu hal
gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek
talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim. (Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin
Ali)
…O yüzden mutluluğunun ve
hayatının çevresini serinkanlı ve sıradan gündelik sözlerle kaplıyordu ki
bunlar başkalarının eline geçtiğinde tanınmasın ve parçalanıp değersiz cam
kırıklarına dönüşmesin. (Stefan Zweig, Hayatın Mucizeleri)
Jose Saramago
ise atasözlerinin tersini ifade eden bir cümle kurmuş ünlü “Körlük” kitabında.
“Yeteri kadar acı çektik artık mutlu olmada sıra” der gibi, sanki mutsuzluk ve
mutluluğun ardışık olması bir zorunlulukmuş gibi yazmış aşağıda Saramago;
Ne mutlu ki, mutlulukların felaket
getirdiğinden pek söz edilmese de felaketlerin mutlu sonuçlar doğurmasına sık
rastlanıyor. (Jose Saramago, Körlük)
Into the Wild Filminden bir kare |
Dünyayı gör. Fabrikalarda yapılan
ve parası ödenen herhangi bir rüyadan daha muhteşemdir. Garanti istemez,
güvenlik istemez, böyle bir hayvan hiç olmamıştır. (Fahrenheit 451, Ray
Bradbury)
Hayat şimdiye kadar icat edilen en
güzel şey. (Albaya Mektup Yok, Gabriel Garcia Marquez)
Derinden bir bakış, şeftali bir
dokunuş, içten bir fısıltı, tatlı bir gülümseyiş, ham bir meyvenin ağzımızda
bıraktığı tat, çorak topraklarda açan narin çiçekler gibi yaşamamız gerektiğini
kanıtlayan o kadar çok işaret vardı ki yeryüzünde. (Patasana, Ahmet Ümit)
Yaşadığım için minnettarım.
Sessizce dua ediyorum, doğanın sesini dinleyerek ve görünmeyen dünyanın daima
görünende kendisini gösterdiğini anlayarak. (Zahir, Paulo Coelho)
Babies 2015 Belgeselinden bir kare |
Neşe ve mutluluğun yalnızca insan ilişkilerine dayandığını düşünüyorsan yanılıyorsun. Tanrı bu hazzı her yere saçmış durumda. Yaşadığımız her şeyin içinde bulabilirsin bunu. Tek ihtiyacımız olan, alışkanlıklarla örülü yaşam tarzımıza sırtımızı dönüp yepyeni bir yaşama adım atmamızı sağlayacak cesaret. (Yabana Doğru, Joe Krakauer)
Bir diğer konu da, kişilerin yaşadığı mutluluğun diğer insanlarla ilişkili bir boyutudur ki belki de en karışık noktayı oluşturur. Albert Camus, Düşüş kitabında ne farklı ve güzel bir bakış açısıyla yazmış;
Mutluluğunuz ve başarılarınız,
ancak bunları cömertçe paylaşmaya razı olduğunuz takdirde affedilir. Ama mutlu
olmak için başkalarıyla fazla ilgilenmemek gerekir. Bunun üzerine çıkış yolları
kapanır. Ya mutlu ve yargılanır ya da bağışlanır ve sefil olacaksınız. (Düşüş,
Albert Camus)
Camus, kişilerin
mutluluğunu bağışlanması gereken bir durum olarak tanımlamış. Hakikatten de
öyle değil midir? Aslında en zor olan kötü gün değil de iyi gün dostu olabilmek,
yaşadığınız sevincin parıltısını arkadaşınızın gözünde de yakalayabilmek değil
midir? Neden mutluluğunuzun yargılanması gerekir ki?
Diğer taraftan
mutluluk ve mutsuzluk toplamının sabit bir miktar olduğu, insanların
bazılarının mutluluğu artarken, diğerinin mutlaka mutsuz olacağı inancı vardır
ki çokça araştırmalara ve iktisadi refah hususlarına da konu olmuştur. Oysa ki
mutlu olan birey çevresine de ışık saçıp toplu mutluluğun artmasını sağlar
farklı bir pencereden bakınca;
Hiç değişmeyen bir başka şey de,
bazılarının mutsuzluğunun başkalarının mutluluğu oluşudur, bunu dünyanın
kuruluşundan bu yana art arda gelen tüm kuşaklar çok iyi bilir. (Jose Saramago,
Körlük)
Mutluluğun
bireyin kendini kendine ve çevreye yararlı hissetmesi, hayatını
anlamlandırabilmiş olması sonucunda ortaya çıkan bir huzur duygusu olduğu bilinir.
Hiçbir işe yaramadığını, yaptığı her şeyin anlamsız olduğunu düşünen bir birey
gün geçtikçe kendini mutsuzluk hücresine hapseder. Mutluluğu artan bireyin ise
hissettiği kümülatif iyileşme fevkaladedir;
Hiçbir şey insanı mutlu olmak
kadar iyileştiremez ve bir başka insanı mutlu etmekten daha büyük mutluluk
yoktur. (Stefan Zweig, Hayatın Mucizeleri)
…yaşam sevincimin birdenbire
yeniden uyanması, varlığımın işe yarar olduğuna dair hissettiğim yeni bir
duygu, damarlarımda sıcak bir kan gibi dolaşıyordu. (Stefan Zweig, Bir Kadının
Yaşamından 24 Saat)
Bazen de yaşamak
istediğimiz hayat için adım atamamak, istediğimiz mesleği seçememiş olmak,
yaşamımızı değiştirmeye güç ya da cesaretimizin olmayışı gibi durumlar da
mutluluğu en çok perdeleyendir;
Kesinlikle, sadece düşlerimizin
peşinden gidecek ve işaretleri izleyecek cesaretimiz yok. Belki de keder bundan
kaynaklanıyor. (Zahir, Paulo Coelho)
Bir de “Bu kadar
saadet bana fazla” sözünü çok kullanıp ve fazla mutlu olmaktan korkanlarımız vardır.
Bazen her şeyin yolunda gitmesi kişide bir sorumluluk duygusu ve baskı yaratır
çünkü o hissi sürdürülebilir kılmak da çaba ve emek ister. Coelho aşağıda böyle
hissedenlere tercüman olmuş sanki;
İnsanlar mutlulukla başa
çıkamıyorlar bir türlü. (Veronika Ölmek İstiyor, Paulo Coelho)
Aşağıda da benim
her zaman yaşadığım bir duygu var. İnsan olayları yaşarken aslında
hissettiklerinin ne kadar güzel olduğunun farkına varmaz ama zaman geçtikçe ya
hafızamızın sadece güzeli ve iyiyi hatırlamasından ya da o zamanki
bilinçsizliğimizden geçmiş dönemde gerçekten mutlu olduğumuzu hatırlar ve
değerini bilmediğimize efkarlanırız;
Akıllı insanlar mutluluğun sağlığa
benzediğini çok önceden fark etmiştir: Mutluyken fark etmezsiniz; ama yıllar
geçtikçe, geçmişte kalan mutluluğunuza ilişkin anılar, ah, anılar!.. (Genç Bir
Doktorun Anıları, Mihail Bulgakov)
Sonuç olarak,
Camus’un Yabancı’da yazdığı ve ironik biçimde benim annemin de her zaman
söylediği gibi, belki de tam anlamıyla mutsuz olmak imkansız, belki hepimizin
içinde zaten belli bir sabit mutluluk var, kişiye ve kişinin yaşadıklarına göre
artan ve şekillenen…
Annem hep insanın tam anlamıyla
mutsuz olamayacağını söylerdi. (Yabancı, Albert Camus)
Mutluluk tam olarak tanımlanamamış belli bir
kalıba oturtulamamış olsa da o içeriden gelen gülümseme hissinin ne nedenle
olursa olsun hiç kaybolmaması dileğiyle iyi okumalar ve sevgiler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder