26 Ağustos 2016 Cuma

MUTLULUK ÜZERİNE



 

Mutluluk o kadar çok kişinin merak ettiği bir konu olmuş ki felsefecilerin, psikologların, bilim adamlarının araştırmaları hep bu yönde olmuş. Birileri, yaşam refahındaki artış demiş, birileri iklim ve coğrafya demiş, birileri sosyoekonomik göstergeler demiş, birileri dostluk ve aile demiş, birileri bu kavram sadece beyin kimyasına bağlıdır demiş, birileri seratonin, adrenalin, vitamin demiş, demiş de demiş… O kadar geniş ve soyut bir kavram ki mutluluk, bir alt ya da üst limiti olmayan, kişiden kişiye anlamı, ifadesi, şekli, rengi, görüntüsü değişen kavramlardan biri. Kişisel gelişim kitaplarının gözde kelimesi; “Mutsuzluğa İnat”, “Mutluluk mu? Zor Değil!”, “Mutluluğa Çeyrek Var”, “Neden Siz de Mutlu Olmayasınız”, “Mutluluk Reçetesi”, “Mutsuzluğunuza Savaş Açın”, “Bir Günde Mutluluk”, “Mutluluk Size O Kadar Yakın”…(Not: Söz konusu kitap isimleri tamamen uydurmadır eğer çakışanlar varsa affola)

Van Gogh
Kelimelere olan tutkumu profilimde de sizinle paylaşmıştım. Kitapları okurken içime işleyen cümleleri not aldığım bir dosyam var. O cümleler öyle kelimelere ilham veriyor ki kafamda onları eşleştirmek bana çok keyifli bir oyunmuş gibi geliyor. Geçenlerde, kelime dosyamda gezinirken ne kadar çok yazarın mutluluk, saadet, sevinç, mutsuzluk, keder üzerine yazdığını fark ettim. Bunlar da sadece benim aklımda kalanlar ve benim okuduğum yazarların cümleleriydi… Bu yazımda sadece altını çizdiğim cümleleri ve yazarların bakış açılarını paylaşacağım sizlerle. Ne taraftan bakmışlar eserlerinde mutluluğa… Nasıl bir mutluluk anlayışı benimsetmişler karakterlerine…

Mutluluğumuzu hep saklama ihtiyacı duyarız, nazardan, kem gözden korkar, atasözlerimize bile işlediği gibi çok gülmenin sonunun iyi gelmeyeceğini düşünürüz. Sessizce “Aman nazar değmesin ama her şey çok yolunda, kendimi iyi hissediyorum” der, üstünü örteriz. Sabahattin Ali bu duyguyu çok güzel tanımlamış aşağıda “saadeti israf etmekten korkmak” ifadesiyle… Belki de bize taa küçüklüğümüzden beri öğütlenen, iç benliğimize işleyen “mutluluğun” daimi olmayacağına dair sözler, atasözleri, deyimler, şarkılar, türküler, masallardır bizi mutluluğumuzu gıdım gıdım yaşamaya, çevremize göstermemeye, kendimize bile itiraf etmemeye iten…

Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim... Bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim. (Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali)

…O yüzden mutluluğunun ve hayatının çevresini serinkanlı ve sıradan gündelik sözlerle kaplıyordu ki bunlar başkalarının eline geçtiğinde tanınmasın ve parçalanıp değersiz cam kırıklarına dönüşmesin. (Stefan Zweig, Hayatın Mucizeleri)

Jose Saramago ise atasözlerinin tersini ifade eden bir cümle kurmuş ünlü “Körlük” kitabında. “Yeteri kadar acı çektik artık mutlu olmada sıra” der gibi, sanki mutsuzluk ve mutluluğun ardışık olması bir zorunlulukmuş gibi yazmış aşağıda Saramago;

Ne mutlu ki, mutlulukların felaket getirdiğinden pek söz edilmese de felaketlerin mutlu sonuçlar doğurmasına sık rastlanıyor. (Jose Saramago, Körlük)

Into the Wild Filminden bir kare
Bir de mutlu olmak için doğadan ilhamını alanlar vardır çünkü zaten doğanın her bir köşesine serpiştirilmiştir güzellikler, ağaçlar, binbir çeşit bitki ve hayvanlar, renkler… Yani bolca seratonin salgılamanıza sebep olacak ayrıntılar. Biz sadece görmek istemeyiz ya da farkındalığımızın oluşması için belli bir yaşa veya bilince ulaşmamız gerekir. Oysa ki gözümüzün önündedir bizi gülümsemeye itecek görüntü ve işaretler; belki de bakmak ve görmek arasındaki en büyük fark da evrenin bize sunduğu şeylerin ayırdına varma durumunda ortaya çıkmaktadır. Çokça kitapta yazılıp çizilmiştir mutluluğun evrene doğru bakmakla bulunduğu konusu…

Dünyayı gör. Fabrikalarda yapılan ve parası ödenen herhangi bir rüyadan daha muhteşemdir. Garanti istemez, güvenlik istemez, böyle bir hayvan hiç olmamıştır. (Fahrenheit 451, Ray Bradbury)

Hayat şimdiye kadar icat edilen en güzel şey. (Albaya Mektup Yok, Gabriel Garcia Marquez)

Derinden bir bakış, şeftali bir dokunuş, içten bir fısıltı, tatlı bir gülümseyiş, ham bir meyvenin ağzımızda bıraktığı tat, çorak topraklarda açan narin çiçekler gibi yaşamamız gerektiğini kanıtlayan o kadar çok işaret vardı ki yeryüzünde. (Patasana, Ahmet Ümit)

Yaşadığım için minnettarım. Sessizce dua ediyorum, doğanın sesini dinleyerek ve görünmeyen dünyanın daima görünende kendisini gösterdiğini anlayarak. (Zahir, Paulo Coelho)

Babies 2015 Belgeselinden bir kare

Neşe ve mutluluğun yalnızca insan ilişkilerine dayandığını düşünüyorsan yanılıyorsun. Tanrı bu hazzı her yere saçmış durumda. Yaşadığımız her şeyin içinde bulabilirsin bunu. Tek ihtiyacımız olan, alışkanlıklarla örülü yaşam tarzımıza sırtımızı dönüp yepyeni bir yaşama adım atmamızı sağlayacak cesaret. (Yabana Doğru, Joe Krakauer)




Bir diğer konu da, kişilerin yaşadığı mutluluğun diğer insanlarla ilişkili bir boyutudur ki belki de en karışık noktayı oluşturur. Albert Camus, Düşüş kitabında ne farklı ve güzel bir bakış açısıyla yazmış; 

Mutluluğunuz ve başarılarınız, ancak bunları cömertçe paylaşmaya razı olduğunuz takdirde affedilir. Ama mutlu olmak için başkalarıyla fazla ilgilenmemek gerekir. Bunun üzerine çıkış yolları kapanır. Ya mutlu ve yargılanır ya da bağışlanır ve sefil olacaksınız. (Düşüş, Albert Camus)

Camus, kişilerin mutluluğunu bağışlanması gereken bir durum olarak tanımlamış. Hakikatten de öyle değil midir? Aslında en zor olan kötü gün değil de iyi gün dostu olabilmek, yaşadığınız sevincin parıltısını arkadaşınızın gözünde de yakalayabilmek değil midir? Neden mutluluğunuzun yargılanması gerekir ki?

Diğer taraftan mutluluk ve mutsuzluk toplamının sabit bir miktar olduğu, insanların bazılarının mutluluğu artarken, diğerinin mutlaka mutsuz olacağı inancı vardır ki çokça araştırmalara ve iktisadi refah hususlarına da konu olmuştur. Oysa ki mutlu olan birey çevresine de ışık saçıp toplu mutluluğun artmasını sağlar farklı bir pencereden bakınca;

Hiç değişmeyen bir başka şey de, bazılarının mutsuzluğunun başkalarının mutluluğu oluşudur, bunu dünyanın kuruluşundan bu yana art arda gelen tüm kuşaklar çok iyi bilir. (Jose Saramago, Körlük)

Mutluluğun bireyin kendini kendine ve çevreye yararlı hissetmesi, hayatını anlamlandırabilmiş olması sonucunda ortaya çıkan bir huzur duygusu olduğu bilinir. Hiçbir işe yaramadığını, yaptığı her şeyin anlamsız olduğunu düşünen bir birey gün geçtikçe kendini mutsuzluk hücresine hapseder. Mutluluğu artan bireyin ise hissettiği kümülatif iyileşme fevkaladedir;


Hiçbir şey insanı mutlu olmak kadar iyileştiremez ve bir başka insanı mutlu etmekten daha büyük mutluluk yoktur. (Stefan Zweig, Hayatın Mucizeleri)

…yaşam sevincimin birdenbire yeniden uyanması, varlığımın işe yarar olduğuna dair hissettiğim yeni bir duygu, damarlarımda sıcak bir kan gibi dolaşıyordu. (Stefan Zweig, Bir Kadının Yaşamından 24 Saat)




Bazen de yaşamak istediğimiz hayat için adım atamamak, istediğimiz mesleği seçememiş olmak, yaşamımızı değiştirmeye güç ya da cesaretimizin olmayışı gibi durumlar da mutluluğu en çok perdeleyendir;

Kesinlikle, sadece düşlerimizin peşinden gidecek ve işaretleri izleyecek cesaretimiz yok. Belki de keder bundan kaynaklanıyor. (Zahir, Paulo Coelho)

Bir de “Bu kadar saadet bana fazla” sözünü çok kullanıp ve fazla mutlu olmaktan korkanlarımız vardır. Bazen her şeyin yolunda gitmesi kişide bir sorumluluk duygusu ve baskı yaratır çünkü o hissi sürdürülebilir kılmak da çaba ve emek ister. Coelho aşağıda böyle hissedenlere tercüman olmuş sanki;

İnsanlar mutlulukla başa çıkamıyorlar bir türlü. (Veronika Ölmek İstiyor, Paulo Coelho)

Aşağıda da benim her zaman yaşadığım bir duygu var. İnsan olayları yaşarken aslında hissettiklerinin ne kadar güzel olduğunun farkına varmaz ama zaman geçtikçe ya hafızamızın sadece güzeli ve iyiyi hatırlamasından ya da o zamanki bilinçsizliğimizden geçmiş dönemde gerçekten mutlu olduğumuzu hatırlar ve değerini bilmediğimize efkarlanırız;

Akıllı insanlar mutluluğun sağlığa benzediğini çok önceden fark etmiştir: Mutluyken fark etmezsiniz; ama yıllar geçtikçe, geçmişte kalan mutluluğunuza ilişkin anılar, ah, anılar!.. (Genç Bir Doktorun Anıları, Mihail Bulgakov)


Sonuç olarak, Camus’un Yabancı’da yazdığı ve ironik biçimde benim annemin de her zaman söylediği gibi, belki de tam anlamıyla mutsuz olmak imkansız, belki hepimizin içinde zaten belli bir sabit mutluluk var, kişiye ve kişinin yaşadıklarına göre artan ve şekillenen…

Annem hep insanın tam anlamıyla mutsuz olamayacağını söylerdi. (Yabancı, Albert Camus)

Mutluluk tam olarak tanımlanamamış belli bir kalıba oturtulamamış olsa da o içeriden gelen gülümseme hissinin ne nedenle olursa olsun hiç kaybolmaması dileğiyle iyi okumalar ve sevgiler…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder